Sevgisizlik hastalığının çaresi
“Sevmesem yaşadığımı duymuyorum/Sevmesem yaşamaktan yoruluyorum” diyor Ruşen Eşref, sevgisizliğin kol gezdiği caddelere inat.
Yıllarca aradığımız, özlemini duyduğumuz, eksikliğini hissettiğimiz, bizi tam olmaktan çıkaran, hep bir yanımızı eksik bırakan neydi? Hayatımıza bıkkınlık veren, bezginlik hissettiren, yaptıklarımızdan zevk aldırmayan, uçurumların kenarına getiren bu sevgisizlik miydi yoksa?
Her gün binlercesini okuyup, izliyoruz televizyonlardan. Manşetlere düşüyor sayfa sayfa. Yani başımızda şahit oluyoruz, her şey bizle beraber cereyan ediyor. İnsanlar canlarına kıyıyorlar hiç düşünmeden, başkalarını öldürüyorlar pişmanlık bile duymadan, cinnetler, cinayetler, canilikler. Bir iç savaş kopuyor yüreklerimizde, dehşet sahneleri yaşıyoruz, vahşete dönüştürüyoruz hayatı. Korku salınıyor en nadide yerlere, yaşanmaz hale geliyor gün geçtikçe dünyamız.
Eskiden toplu ölümler ya bulaşıcı hastalıklardan, ya da savaşlardan dolayı meydana gelirdi. Şimdiki ölümler ise, genellikle sevgisizlikten ve ilgisizlikten meydana geliyor. Sıtma, tifo, kuduz gibi hastalıkların aşısı bulundu, verem öldürücü bir hastalık olmaktan çıktı, kanser ise erken teşhisle ortadan kaldırılabiliyor. Ama sevgisizlik hastalığı günden güne yayılmaya devam ediyor. Kalplere ve gönüllere muhabbet aşısı yapacak doktorlara acilen ihtiyaç var.
Orada burada yıkılmış hayatlar bitiriliyor gecenin karanlığında. Kâh yıkık dökük terk edilmiş bir evde bırakılan bir anne ya da baba gözyaşlarına boğularak ölüyor, kâh biri sokağın en soğuk köşesinde gecenin ayazında yüreğine işlenen soğuktan veda ediyor hayata. Tarumar olmuş hayatlar, sevgisiz kaldıkları için hayatı yaşanılmaz seçip elveda diyorlar. İntiharlar oluyor, bir ipe, bir hapa hayatlar teslim ediliyor. Ne bugünkü dünyanın ve hayatın kıymeti biliniyor, ne de geleceğe güzel bir dünya bırakılıyor.
“Sevgide bari cimri olmayalım” diyen İskender Pala’yı haklı çıkarırcasına cimrileşiyoruz gün geçtikçe, sevgilerimizi dahi çelik kasalara kilitliyoruz, paralarla birlikte. Servetimizi saklar gibi sevgimizi de saklıyoruz. Halbuki, sevgi ışıktır, nurdur, ilâçtır, şifadır. Paylaşıldıkça azalmaz, artar. Hem kendi gönlümüze, hem sevdiğimiz insanların gönlüne zenginlik katar.
“Sevgi insanlığın, hiddet hayvanlığın kanunudur” diyor Gandhi. Ama insanlar yasaları değiştiriyor yeni yasaklar koyuyor ve bir bakıyoruz ki yüreğimizde kurduğumuz saltanat çoktan saldırılara uğramış, yıkılmış geriye sadece bir enkaz kalmıştır. Devletlerin de temelinde adalet, harcında sevgi olmazsa uzun süre yıkılmadan kalması mümkün değildir.
Oysa insan sevdikçe sevildikçe yaşayan bir varlıktır. Nefes alıp vermekle yaşadığımızı sanıyoruz şimdi.Yüreğimiz vermeye kıyamadığımız sevgilerle dolu. Bize verilen sevgileri hunharca harcadığımız, değirmenin un öğütmesi gibi öğüttüğümüz zamanlarımız var atık hayatlarımızda.
“Size gösterilen sevgiyi her şeyin üstünde tutun. Sağlığınızı ve varlığınızı yitirdiğiniz zaman, elinizde kalacak tek şey odur” diyen bir kalem erbabına kulak kesilmeliyken, yüreğimiz uçup gidiyor yaban ellere, husûmet iklimine doğru kanar çırparak.
Sevgi, hayatın olmazsa olmazlarından. Hangi işi yaparsak yapalım içine bir miktar sevgi serpiştirirsek sonuç her zaman güzel olacaktır. Annelerimizin yaptığı yemeklerin lezzeti sevgiden değil de nedir? Gittiğimiz, gezdiğimiz, çalıştığımız her ortama sevgiyi götürebiliyorsak asıl o zaman başarılı oluyoruz demektir. Çünkü sevgi olmazsa yaşama arzumuz kalmadığı gibi, çalışma, başarma ve fedakârlıkta yavaş yavaş hayatımızdan çekilecektir..
“Sevgi kusur gören gözü kapatır; güzellik, gören gözü açar. Sevgi acıyı tatlı, bakırı altın yapar. Sevgiden bulanık sular durulur, dertler şifa bulur. Sevgi ölüleri diriltip, padişahları köle yapar” diyen Mevlânâ’nın hoşgörüsünden geliyoruz biz.Sevgiyi sarıp sarmalayıp, en güzel şekilde gösteren Yunus Emre’lerden emanet aldık.
Sevmeliyiz her daim. Uçan kuşu, açan çiçeği, gülün goncasını, böceği. İnsanlara sevgi nazarıyla bakabilmeliyiz. Sevgililer Sevgilisi bize 1400 yıl öncesinden böyle demiyor muydu, “Sizi seven kimseye siz de sevginizi açıklayın. Çünkü sevene sevgi izhar etmek, oradaki sevginin derinliğine ve devamına sebep olur” diye…
Biz biliyor ve inanıyoruz ki, “İmanımız kemale ermedikçe cennete giremeyiz. Birbirimizi sevmedikçe de imanda kemal sahibi olamayız”
Arkasından Hz. Ali, Sevgililerin en güzelinin peşinden koşarcasına, “en zengin hazine, Allah sevgisiyle dolu olan kalptir” diyerek asıl hazineyi bize tekrar hatırlatmış oluyor, unutan kalplerimize.
Bir sevgi üstadının ifadesiyle “sevgi her zaman kolların açık duruşudur. Sevgi için kollarınızı kaparsanız kendiniz dışında tutacak hiçbir şeyin kalmadığını göreceksiniz”
O halde sımsıkı kenetlediğimiz kollarımızı açalım ve açık bırakalım dünyaya, insanlara. Kucaklamanın hazzına, sevmenin, sevilmenin huzuruna varalım,
Yoksa unuttuk mu Mevlânâ’nın dediğini?
“Biz aşkın çocuklarıyız”
|