Sirke ve ekmek bulunan sofraya yapılan dâvet
İnsanlar her geçen gün birbirinden biraz daha uzaklaşıyorlar. Bunun da sebeplerinden birisi, ne ikram edileceği olabilmektedir. Yani ne ikram edeceğim endişesi insanların birbirlerine gidiş gelişlerine bir engel teşkil edebilmektedir.
Oysaki insan sadece varıyla imtihandadır. Olmayan bir şeyi neden vermediğinin hesabı söz konusu değildir.
Nitekim sofrasında sadece sirke ve ekmek bulunan bir sahabe, böyle bir sofraya Hazret-i Peygamberi dâvet edebilmektedir. Yani kişinin evindeki varı sadece sirke ve ekmek ise, onu ikram etmesi bir eziklik ve rahatsızlık hissetme sebebi değildir.
Önemli olan, kişinin şartları ne olursa olsun, kendi şartları içinde mümtaz vasıflar taşıyabilmesidir.
Maddî ve manevî sıkıntılara, zahmetlere girerek bolca ikramlarda bulunup, bir daha böyle bir işe girişmemektense; sıkıntısız ve yorucu olmayan bir ikram çok daha makbul ve devamlı olabilecektir.
Sirke ve ekmek bulunan sofraya gelen misafir
Sofrasına dâvet eden kadar, sofraya dâvet edilen de önem arz etmektedir. Hazret-i Peygamber dâvet edildiği sofranın varından yoğundan ziyade, dâvete icabet etmektedir. Sirke ve ekmeği bulunan bir sofraya oturmak ve “Sirke ne güzel bir katıktır” diyerek, nimetin hakkını teslim etmek, bir peygamber ahlâkıdır.
Günümüzde ise bir misafiri eve dâvet edebilmek için, pek çok sıkıntıları ve telâşeleri göze almak gerekmektedir. Günler öncesinden geleceğinin bilgisini almak, beş, altı çeşit yemekler hazırlamak ve olağanüstü bir takım titizlikler yaşamak adet haline gelmiş bulunmaktadır.
Böyle olunca da artık sofralar misafirsiz, evlerdeki ‘misafir odaları’ da göstermelik, misafirsiz beklemektedir.
Oysaki dâveti ve dâvete icabeti kolaylaştırmak gerekmektedir. Ev sahipleri, harcamaların, borçlanmaların altına girerek değil, varına dâvet edebilmeyi alışkanlık haline getirmelidir.
Yani dâvet edenin de, dâvet edilenin de ‘şükür’ hali içerisinde olması; ne sofraya geleni tenkit misafirin haddi, ne de evde olmayanları ikram ev sahibinin haddidir.
Herkesin en çok kendisini
sevdiğini düşündüğü peygamber
Davranış konuşulurken, o davranışla ilgili Hazret-i Peygamberden bir örnek varsa, orada fazla söze hacet bulunmamaktadır. O, bir davranış ortaya koymuşsa, onda pek çok hikmetler bulunmaktadır.
Nitekim Hazret-i Peygamberin arkadaşlarıyla muamelelerinde, arkadaşlarında oluşan kanaat, ‘Peygamber en çok beni seviyor.’ şeklindedir. Resul-i Ekrem (asm) küçük büyük; kâfir Müslüman, kadın erkek, işçi esnaf ayırt etmeksizin herkese büyük değer verirdi. Resul-i Ekrem (asm) insanlara öylesine değer verirdi ki, kişi, herkesten çok kendisinin sevildiğini hissederdi. Peygamberimiz, “İnsanlara lâyık oldukları değeri veriniz” buyurarak, insanlar arası ilişkilerdeki ‘değer verme’nin, önemine işaret etmiştir. Çünkü insanlar, değer verdikleri oranda değer göreceklerdir.
Yani arkadaşlarından birini diğerine karşı gücendirmemek, kıskandırmamak ve herkesin kendisini çok sevilen bir makamda görmesini sağlamak, çok önemli bir yaklaşım tarzıdır.
Şu davranış örneğinin muhteşemliğine bir bakın: Resulullaha bir gün Ebu Rifaa isimli bir Sahabe geldi. Resulullah hutbe okumaktaydı. Ebu Rifaa, kendini kastederek, “Garip, yabancı bir adam geldi. Dinini iyice bilmiyor, dini hakkında bilgi edinmek istiyor” dedi. Resulullah hemen hutbesini yarıda kesip, Ebu Rifaa’nın yanına gitti. Onunla özel olarak ilgilendi. Oturması için bir sandalye getirtti ve ihtiyaç duyduğu hususları öğretti. Bitince de kaldığı yerden hutbesine devam etti.
Bir garip insanın, bir sorusu için, hutbeyi yarıda kesmek ve onun ihtiyacı olan bilgileri özel bir ilgiyle öğretmek ve sonra da hutbesine kaldığı yerden devam etmek; onun insanlara değer verme konusunda da ulaşılmaz olduğuna apaçık bir delildir.
Konuştuğu insan ile bütün bedeni
ve duygularıyla konuşan bir peygamber
Konuştuğumuz kişiyle davranış tarzımız da önemlidir. Yani onu can kulağıyla dinliyor olduğumuzu ona hissettirmek, çok önemli bir iletişim kuralıdır.
Hazret-i Peygamber, bir insanla konuşurken, bütün bedeni ve duygularıyla o konuştuğu kişiye yönelir ve o kişiyle öylece muamelede bulunurmuş.
Özellikle günümüz dünyasında bu kural çok ihlâl edilir hale gelmiş bulunmaktadır. Yani internet gezintisi yapan bir insanın, yanına gelen bir arkadaşı, dostu ya da tanıdığına göstermiş olduğu ilgi; eliyle, gözüyle, aklıyla ve bütün bedeniyle internette olduğu halde, ‘anlat anlat kulağım sende’ kabilinden ilgilen(me)mekler pek de yakışık alan bir tutum olmamaktadır.
Adî davranışların ibadete dönüşümü mümkün
Yaptığımız iş ne olursa olsun, meşrû daire içerisinde olduktan sonra; yemekler, içmekler, oturmaklar, kalkmaklar, yatmaklar, yürümekler, konuşmaklar, çalışmaklar hepsi, Resulullah nasıl yapmışsa öyle yapmak niyet edildiğinde ibadettir.
Her davranışımızı O’nun Sünnet-i Seniyyesine benzettiğimiz ölçüde, davranışımız anlamlıdır. Aksi halde, ne kendi davranışımızı kendimizin beğenmesi, ne de muhatap olduğumuz kişinin davranışımızı beğenmesi, güzel davranış anlamına gelmeyecektir.
26.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|