Mayıs ayı demokrasimiz için önemli bir aydır. DP’nin 14 Mayıs 1950’de iktidara gelmesi “demokrasi bayramı,” 27 Mayıs 1950 kanlı ihtilâli ise “kara bir leke” olarak tarihe geçmiştir.
Çocukluğumda merhum Adnan Menderes’in göğsüne asılmış idam fermanı ve boynundaki o yağlı ip resmi beni çok etkilerdi. Fotoğrafa çok bakamaz, o resmi her gördüğümde tüylerim diken diken olurdu. “Milyonların oy verdiği bir başbakan nasıl olur da asılır” diye düşünürdüm. Ve onu asanlara çok kızardım… Bu kızgınlığım büyüdükçe artarak sürdü. Eminim bu duyguları demokrasiye inanan, akl-ı selim sahibi, vicdanı olan, içinde insanlık duygusu bulunan herkes yaşamıştır.
DP ne yaptı? Köylüye insan olduğunu hissettirdi. İnanç özgürlüğünü sağladı. Ezanı aslına çevirdi. Demokrasinin kurallarını oturttu. Din dersini okullarda okutmaya başladı. Türkiye’yi barajlara, yollara kavuşturdu. Bir kalkınma hamlesi başlattı. Türkiye’yi tek parti zihniyetinden kurtardı. Yani halk ne istiyorsa onu yaptı.
* * *
Burada “kanlı ihtilâlin tarihini” hatırlatmakta fayda var.
27 Mayıs 1960 ihtilâli, Türkiye’de ihtilâl geleneğinin başladığı, demokrasiye vurulan en büyük darbe olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Adnan Menderes yönetimindeki Demokrat Parti hükümetini görevden uzaklaştırıp, Meclis’i lağvettiği bir askerî müdahaledir. Silahlı Kuvvetler adına ülke yönetimini Millî Birlik Komitesinin üstlendiği müdahalenin başındaki isim Orgeneral Cemal Gürsel’di. Bu Komite ilk iş olarak demokrasinin kalbi konumunda olan TBMM’yi ve hükümeti fesh etti ve her türlü siyasî faaliyeti yasakladı. Emir komuta zinciri içinde yapılmayan müdahalede küçük rütbeli subaylar etkindi.
Peki niyetleri neydi? Onu da komitenin yayınladığı tebliğde özetliyorlardı: “Türk ordusu bir kere daha tarihî bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dahilde memleketi buhran ve felâkete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır…”
Bu “tarihî vazife”yi yapanlar, uzun ve sancılı süren ve hukuk tarihine kara sayfalarla yazılan dâvâlarda uydurma suçlamalarla Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Adnan Menderes’i (17 Eylül 1961), bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı (16 Eylül 1961) idam sehpasına götürdü.
Ancak astıkları insanların kurdukları “Demokrat misyon”u susturamadılar. Bu misyon kanlı ihtilâlden sonra yapılan ilk seçimde iktidara geldi. Sonraki darbeler de bu misyona karşı yapıldı, ancak halkın gönlündeki yerini silemedi. Bu misyonu devam ettirenler de halkın gönlünde yerini koruyacaktır.
“Cenâb-ı Hak bir daha böyle bir olay yaşatmasın ve ‘tarihî vazife yapanlar’dan Türkiye’yi korusun…” diye duâ ediyoruz.
* * *
27 Mayıs’ta kapandı,
27 Mayıs’ta doğuyor
DYP-ANAVATAN’nın birleşme takvimi, bugün DYP’nin gerçekleştireceği tüzük kongresiyle başlıyor. Bu kongrede DYP, ismini ‘’Demokrat Parti’’ (DP) olarak değiştirecek. ANAVATAN ise haftaya (2 Haziran 2007) kongresini yapıp, DP’ye katılma kararı alacak. Böylece, 1983 yılında kurulan DYP ve ANAVATAN partileri “Demokrat Parti” çatısı altında birleşmiş olacak…
DYP’nin bugün yapacağı kongrede, 27 Mayıs 1960 darbesiyle kapatılan Demokrat Parti bundan tam 47 yıl sonrada yeniden büyük bir heyecanla siyasî tarihimizde tekrar yerini alacak.
Bu kongre ihtilâlcilere önemli bir uyarı olacak. Kongrenin mesajı şudur: “Siz Demokrat Parti’yi darbe yapıp kapatsanız da biz demokrasinin gereğini yapar, darbeyle kapatılan partiyi yine aynı tarihte açarız…”
* * *
Bundan sonra artık demokrat misyonda birleşenlere büyük görev düşüyor. İlk görev, 4 Haziran’da Yüksek Seçim Kurulu’na verilecek listeler oluşturulurken, “vitrin”e dönük değil, vizyon sahibi, Demokrat misyonu anlayıp uygulayabilecek kişileri seçmek. Halkı tanıyan, onun değerlerini bilen, sadece halka hizmet edecek olan isimler aday yapılırsa misyon da güçlenir.
Bunun ardından da yapılacak şey, misyonun gereklerini yerine getirmek… Yani, demokrasiyi ön plânda tutan, insan hak ve hürriyetlerini, düşünce özgürlüğünü her şeyin üstünde sayan, milletin arzularına göre hareket eden bir anlayışı hâkim kılmak…
27.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|