|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Ubeyd bin Umeyr (ra) anlatıyor:
Hz. Âişe’ye (ra):
“Hz. Peygamber’den gördüğün en hayret verici şeyi bana anlatır mısın?” dedim.
Hz. Âişe (ra) biraz düşündükten sonra şunları söyledi:
“Hz. Peygamber (asm) bir gece bana:
“Ey Aişe, müsaade edersen bu gece Rabbime ibadet edeyim” buyurdu. Ben de:
“Allah’a yemin ederim ki, senin arzu ettiğin şeyleri, ben de severim” dedim.
Hz. Peygamber (asm) kalktı, abdest aldı ve namaza durdu. O kadar çok ağladı ki, gözyaşlarından eteği ıslandı. Ağlamaktan dolayı mübarek göğsünden fıkır fıkır kaynayan çanak sesi gibi sesler çıkıyordu. Oturduktan sonra da sakalından yaşlar damlıyordu. Secdede de çok ağladı. Öyle ki gözyaşlarından yer ıslandı.
Sonra Bilal gelerek onu namaza çağırdı. Ağladığını görünce:
“Ey Allah’ın Resûlü, senin geçmiş ve gelecek günahların affolunduğu halde ağlıyor musun?” dedi.
Hz. Peygamber (asm):
“Ben çokça şükreden bir kul olmayayım mı? Bana bu gece bir âyet inmiştir. O âyeti okuyup da tefekkür etmeyene yazık! Allah Teâlâ ‘Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde basiret sahipleri için ibret verici deliller vardır’ (Al-i İmran/190) buyuruyor” buyurdu.”
(Terğib, 3/32)
|
Süleyman KÖSMENE
27.05.2007
|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Bugün pişmanlığınız size fayda vermez; çünkü zulmettiniz. Şimdi de azapta ortaksınız.
Zuhruf Sûresi: 39
|
27.05.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İdarecinin hediye alması haramdır. Hâkimin rüşvet alması da küfürdür.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 166
|
27.05.2007
|
|
Küfr-ü mutlakın altı anarşilik, üstü istibdad-ı mutlaktır
Mahkeme Reisi Ali Rıza Beyefendi,
Hukukumu müdafaa etmek için ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var.
Ben yeni harfleri bilmiyorum ve eski yazım da pek nâkıstır, hem beni başkalarla görüştürmüyorlar. Adeta tecrid-i mutlak içindeyim. Hattâ iddianame on beş dakikadan sonra benden alındı. Hem avukat tutmak iktidarım yok. Hattâ size takdim ettiğim müdafaatımın, çok zahmetle, bir kısmını gizli olarak ancak yeni harfle bir sûretini alabildim. Hem Risâle-i Nur’un bir nevi müdafaanamesi ve mesleğinin hülâsası olan Meyve Risâlesinin bir sûretini müdde-i umuma vermek için ve bir iki sûretini Ankara mâkâmatına göndermek için yazdırmıştım. Birden onları elimden aldılar, daha vermediler. Halbuki Eskişehir adliyesi, bize bir makineyi hapse gönderdi. Biz müdafaatımızı onda, yeni harfle, bir iki nüsha yazdık; hem o mahkeme dahi yazdı. İşte ehemmiyetli talebim: Ya bize bir makineyi siz veriniz veya bize müsaade ediniz, biz celb edeceğiz, tâ ki hem müdafaatımı, hem Risâle-i Nur’un müdafaanamesi hükmündeki risaleyi yeni harfle iki üç sûretini alıp, hem Adliye Vekâletine, hem Heyet-i Vekileye, hem Meclis-i Mebusana, hem Şûrâ-yı Devlete göndereceğiz. Çünkü, iddianamede bütün esas, Risâle-i Nur’dur. Ve Risâle-i Nur’a ait dâvâ ve itiraz, cüz’î bir hâdise ve şahsî bir mes’ele değil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükümeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısıyla âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir sûrette celb edecek bir küllî hadise hükmünde ve umumî bir meseledir.
Evet Risâle-i Nur’a perde altında hücum eden, ecnebî parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirenlerdir ki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp der: “Risâle-i Nur ve şakirtleri dini siyasete âlet eder; emniyete zarar ihtimali var.”
Hey bedbahtlar! Risâle-i Nur’un gerçi siyasetle alâkası yoktur. Fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder. Emniyeti, âsâyişi, hürriyeti, adaleti temin ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risâlesidir. Bunu âlî bir heyet-i ilmiye ve içtimaiye tetkik etsinler. Eğer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve işkenceli idama razıyım.
Mevkuf Said Nursî
Şuâlar, s. 252
Lügatçe:
tecrid-i mutlak: Tek başına, hücre hapsinde bulundurmak.
müdde-i umum: Savcılık.
Adliye Vekâleti: Adalet Bakanlığı.
Heyet-i Vekile: Bakanlar Kurulu.
Meclis-i Mebusan: Millet Meclisi.
Şûrâ-yı Devlet: Devlet Şûrâsı; Danıştay.
uhuvvet: Kardeşlik.
küfr-ü mutlak: Mutlak inkârcılık, Allah’ı inkâr, ateizm.
iğfal: Kandırma, aldatma, gaflette bırakma.
istibdad-ı mutlak: Tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük.
heyet-i ilmiye ve içtimaiye: İlmi ve sosyal heyet.
|
27.05.2007
|
|
‘Mucizevî su’
HABER-YORUM
“New Scientist dergisinde yayınlanan habere
göre, bir Kaliforniya firması tarafından geliştirilen ‘süper suyun’ virüsleri, bakterileri ve mantarları öldürdüğü belirtildi.
“BBC ve Daily Mail’in internet sitelerindeki habere göre, ‘mucizevi su’, saf suyun, yarı geçirgen sodyum klorür membranından geçirilmesi ve sonucunda oksiklorür iyonlarının ortaya çıkmasıyla elde ediliyor.
“Suyun ana unsurunu, mikropların hücre duvarlarını delen, elektrik yüklenmiş moleküller olan bu oksiklorür iyonları oluşturuyor.
“Tuzlu suyun kimyasal değişikliğe uğratılmış bir çeşidi olan ‘mucizevi su’, tehlikeli organizmaları hücre duvarlarında delikler açarak öldürüyor.
“Suyun üreticisi firmanın yetkililerinden Dan McFadden, ‘İnsanlar bunun gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu düşünüyorlar. Ancak bu gerçek’ dedi.” (Milliyet,
24.5.2007)
Ne dersiniz, bu ‘mucizevî su’, Allah’ın, uzun süre vücudu yara bere içerisinde kalan Hz. Eyyûb’e (as) ihsan ettiği ve onun da yıkanarak şifa bulduğu ‘mucizevî suyu’ hatırlatmıyor mu?
Kimbilir belki de, Hz. Eyyûb’e mucize olarak ihsan edilen su, Amerikalı bilim adamlarının geliştirdiği “mucizevi su”yla aynı yapıdaydı.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler isimli eserinin Yirminci Söz-İkinci Makamı’nda, ‘peygamber mucizeleri’nin, insanoğluna bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerde rehberlik ettiğini söyler. Zîrâ Kur’ân’da peygamber mucizelerinin zikredilmesinin bir hikmeti de, insanoğlunu, o mucizelerin aynısını veyahut bir benzerini yapmaya teşvik içindir. Dolayısıyla Kur’ân, bu yönüyle beşere bilim ve teknoloji alanında da üstatlık etmiştir. Yeterki insanoğlu çalışıp gayret etsin ve Allah’ın yaratılışa koymuş olduğu kanunları keşfetsin.
Amerikalı bilim adamlarının, Hz. Eyyûb'ün (as) mu’cizesinden haberleri olmasa dahi, onu gerçekleştirme yolunda bir adım atmış oldukları düşünülemez mi?
|
İsmail TEZER
27.05.2007
|
|
27 Mayıs ve Bediüzzaman
Ülke, 27 Mayıs’a giderken, ihtilâl sürecinin ustaca örüldüğünü ibretle izledik. Bu yüzden irkildiğimiz anlar oldu. Çünkü daha sonraki devirlerde başka siyasetçilerin de kullanacağı bir yöntemin, ilk ihtilâlin oluşma sürecinde nasıl hazırlanıp, ne tür kurnazlıklarla kullanıldığını gördük.
Siyasî mücadelede askeri kaşıma ve onu kavganın içine çekme taktiğini, 27 Mayıs öncesinde İnönü oluşturmuş ve çok büyük ustalıkla kullanmıştı. İhtilâlle birlikte elde edilen kirli ve tehlikeli başarı, “Asker sivil el ele, doğruca ihtilâle” kuşağını oluşturdu. İşte demokrasiyle darbe arasındaki kritik süreçte bu tartışmalar yaşanırken, Bediüzzaman hayattaydı.
Hakkındaki tartışmalara zaman zaman o da katıldı. Yeri, demokrasinin yanındaydı. Yöntemi ise, o günlerde en çok muhtaç olduğumuz iki şeydi: Sağduyu ve sabır.
27 Mayıs İhtilâlinin en acımasız ve en korkunç bir yüzü, aralarında Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların, millekvekillerinin bulunduğu Demokratların dipçik altında, itile kakıla Yassıada’ya tıkılması; diğeri ise Said Nursî’nin mezarının parçalanması olayıydı. Çünkü bu mezardan, başka mezarlara yollar açılacaktı. Sonra o mezarların ortasında, darağaçları kurulacaktı.
(Serdar Murat, Ankara Siyaseti ve Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat)
|
27.05.2007
|
|
|
|