Bir yılı aşkındır, cumhurbaşkanı seçimiyle yatıp kalkıyoruz. Merak gidermekten, siyasî kaygı taşımaktan ve kurumlar arası güç dengesinin peşine düşmekten başka kayda değer tatmini olmayan süreç devam etmektedir.
“Cumhurbaşkanı nasıl seçilecek?”
Her gün aynı soru, aylarca didişme ve itişme sözler, gerginlikler ve “ülke elden gidiyor”dan “anayasa kurallarınca seçilecek” beyanlarına kadar tonlarca lâf ü güzaf...
Sonra, yine aynı yerdeyiz. AKP’nin resmen aday açıklamasının ardında yaşanan “anayasa krizi” ve sonrasında devam eden belirsizlikler hâlâ geçerliliğini koruyor.
“Kim cumhurbaşkanı olacak?” sorusu, gündemin ikinci sırasına düşerken, “Cumhurbaşkanı nasıl seçilecek?” karmaşası öne çıktı. Pusulasız bir gemide yol alırcasına belirsizlik devam ediyor.
Yani, Cumhurbaşkanlığından önce kimin olacağı/olmayacağı gizli maddesi daha önemli. Tam bir şark toplumu. Köy mantığı. Hangi aşiretten, hangi soydan, nereden ve kim olacak?
Ayrıca, gelirse “Ne yapar?” telâşı ve ümitsizlik aşısı veren hayalî kurgular ve vehmi tahrik eden senaryolar…
İsterseniz senaryoları biraz açalım:
Eğer cumhurbaşkanı AKP’den olursa cumhuriyetin niteliği tehlikeye girer mi? Daha doğrusu AKP’den kim olursa, ülke tehlikeye girmez, kim olursa tehlike çanları artar?
“Özde mi, sözde mi?” kritiği...
Çankaya’ya çıkacak kişinin az/çok kilolu, saçı beyaz/siyah, kundurası boyalı/boyasız demedikleri kaldı.
Herkes arzularına gerekçe, fikirlerine kılıf ve saplantılarına destek arıyor.
Vahim olan bu. Şaşırtıcı olan bu. Garipliklerle dolu bir cumhurbaşkanı seçimi yaşıyoruz.
Seçim takvimi resmen 16 Nisan’da başladı. İki hafta içerisinde sistem nakavt oldu. Anayasa Mahkemesi, “Gereği düşünüldü/düşünülmedi” babından bilinen kararını verdi.
Peki bu kadar gürültü, patırdı, hiddet, şiddet, merak, senaryo, görüşme, anket, manşetler, kamuoyunda yükselen sesler, miting meydanları, bir türlü açıklanmayan aday, milletin çenesini fazlasıyla yoran cumhurbaşkanlığı muhabbetleri neyin nesiydi?
Seçimle beraber devam eden ve hâlâ süren tartışmalar... “Ben demiştim, dediydim” kehanetleri ve bitmeyen senfoni.
Kuralları, içeriği ve çerçevesi belli bir seçimin, diğer bir ifadeyle bugüne kadarki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bilinen usullerinin, bu defa alâ-yı valâ ile büyütülmesinin, gerdirilmesinin sebebi hikmeti nedir?
Kişiye ve “kim” sorusuna bu kadar takılmak demokratik bir teamül mü? Kurumsal bir ciddiyet mi? Devlet adabına ve millet geleneğine uygun mu? Neyi çözüyor? Ne değişiyor?
Sürekli çatışmak zorunda mıyız? Demokrasinin ahlâklı kurallarına uymak zorunda değil miyiz?
Rekabetin de, beğenmemenin de, tartışmanın da, muhalefetin de, endişe duymanın da, baskın ve belirgin olmanın da bir normu, standardı, usûlü ve ahlâkı olması gerekmez mi?
Evet, bulmaca çözer gibi, toto oynar gibi ve gelecekten haber verir gibi birbirimize soruyoruz?
“Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl olacak?”
Ortada nesneleştirilmiş/kalıplaştırılmış bir figür/özne tarifi var derin devletlülerin.
“Kurtarıcı”ya sığınma temayülleri yine nüksetti.
Ekstra zaman kullanan cumhurbaşkanı, bütün bu sıkıntıların içinde yeni anayasa paketini veto etti. Halkın cumhurbaşkanını seçmesinin rejim açısından kaygılı olacağını belirtti.
Halkın olduğu yerde rejim endişesi yaşamak ve rejimin olduğu yerde halkı yok saymak… Esas çözmemiz gereken bu kafanın jakobenliğidir.
Meclise seçtirmediler. Yeni kural ihdas ettiler. 367 şartını anayasa güvencesine aldılar. Sistemi tıkadılar. Halkın seçmesini de istemiyorlar.
İyisi mi Deniz Baykal’ı ya da mevcudu bir daha seçelim. Herhalde istenen tek seçenek bu. Daha doğrusu seçimsiz, kendi aralarında anlaşsınlar. Tek rüyaları bu olsa gerek.
Halkından korkan, mümeyyizliğine güvenmeyen ve korku tünelinden çıkamayan bir anlayış, demokrasinin bileği karşısında inşallah bükülecektir.
Sahi, cumhurbaşkanı kim olsun?
En gerilimsizi, gerilim üretenlerin kendilerini tarifinde saklı.
Hükümetin cumhurbaşkanlığı sürecini yönetememesi başlı başına bir beceriksizlik.
Siyasî iletişim ve konsensüs başarısızlığı da ayrı bir sıkıntı.
İyisi mi, ölene kadar bir “Nazarbayev” bulalım. Hiç de seçim-meçim yapmayalım. “İlkelere” bağlı olsun yeter. Sonrası geçinir giderler devletin kasasından, masasından…
Zaten mitinglere biraz ödenek lâzım. Faydalı dernekler de hazır…
30.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|