Ölüm, çocuklara nasıl anlatılır?
“Uzman psikolog Alanur Özalp, ölümü çocuklardan
saklamak yerine, ayrıntılı bir şekilde anlatmak gerektiğini belirterek, ‘Çocuğa, ölümün ‘Öldü bitti artık gelmeyecek’ ifadesiyle değil, ayrıntılı biçimde, ama onu korkutmadan anlatılması gerekiyor’ dedi.
“Özalp, ayrıca mezarlık ziyaretinin yakın tarihte bir kaç kez kişiler varsa, yapılabileceğini, aile içinde yakınını yitiren başka
onların da çocuğa örnek olarak gösterilebileceğini vurgulayarak şöyle dedi:
“Ölen bir kişinin ardından ailelerin en kısa zamanda çocuğa bu durumu söylemeleri, durumu saklamamaları gerekiyor. Çocuk, cenaze merasimine katılabilir. Yanında bir yakını ile mezar ziyaretlerinde bulunabilir ve ölüm konusu çocuğa anlatılabilir.”
(Bia, 21.5.2007)
Özalp’in son cümlesinde dediği gibi, ölüm konusu çocuğa anlatılmalı, ama nasıl?
Gerçekten de, herşeyden çabuk etkilenebilen mizacıyla çocuk, ölüm gibi ‘dünya hayatının sonu’ olan bir meseleyi, dünyasında anlamlı bir yere oturtamazsa, ruhsal anlamda bir takım rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Çocuktan gerçekleri saklamak ve üzerine örtmek, ileride daha kötü sonuçları doğurabilir.
Dolayısıyla ölüm konusu, çocuklara, yaş seviyelerine göre uygun üsluplarla anlatılmalıdır. Çocukların zihinsel gelişimi göz ününde bulundurulmalı; onların dünyalarına yabancı olmayan kelime ve örnekler seçilmelidir.
Anlatımda ‘yaş seviyesi / zihinsel gelişim düzeyi’ni göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu aynı zamanda İlâhî kaynaklı bir kaidedir de. Zirâ Cenâb-ı Hak da, Kur’ân’da, insanların anlayış seviyesine göre konuşmuştur. Buna ‘tenezzülât-ı İlâhiye’ denilir. Bediüzzaman, bu İlâhî kaideye örnek olarak, “Bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimâl edilir” (Sözler, s. 354) der.
Dolayısıyla her meselede olması gerektiği gibi, ölüm konusunun anlatımında da çocuğun dünyasına inebilmek, ruhsal gelişimi açısından son derece önem arzetmektedir.
Her konuda örnek almamız gereken, Kur’ân’da bize ‘üsve-i hasene’ (güzel bir örnek) olarak sunulan Peygamber Efendimiz de (asm) “Çocuğu olan kimse çocuğuyla çocuklaşsın” buyurarak, bu konuda bize güzel bir yol göstermiştir.
Bu çerçeveler içerisinde çocuğa ‘ölüm konusu’nu uygun bir dille anlatmakta şüphesiz en büyük görev aileye düşmektedir. Daha sonra eğitim sistemimize büyük vazifeler düşmektedir.
Bediüzzaman’ın, Sözler isimli eserinde “Haşir” (öldükten sonra diriliş) bahsini işlediği 10. Söz’de, çocuklara ölüm hakikatinin anlatılmasıyla ilgili olarak getirdiği yaklaşım, başta anne babalar olmak üzere, eğitim sistemimizin de dikkatle üzerinde durması gereken bir bahistir. Bediüzzaman şöyle demiştir:
“Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nâzik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukàvemetsiz mizâc-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler.
“Meselâ, Cennet fikriyle der: ‘Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.’ Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukàvemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek, gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letâifini dahi öyle ağlattıracak; ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.”
(Sözler, s. 92)
|