Bilindiği gibi, “dindar cumhurbaşkanı” kavramını son dönemde gündeme taşıyan kişi, Meclis Başkanı Arınç olmuştu. Ve biz de bu konudaki değerlendirmelerimizi 24 Nisan’da bu köşede çıkan “Demokrat cumhurbaşkanı” başlıklı yazımızda dile getirmeye çalışmıştık.
Arınç’ın, sevenlerince Özal için kullanılan “sivil ve demokrat” niteliklerini de yanına ekleyerek, yeni seçilecek cumhurbaşkanı bağlamında yaptığı “dindar cumhurbaşkanı” vurgusu mâlûm cenahta “Önceki cumhurbaşkanları dinsiz miydi?” demagojisiyle saptırılıp, hep birlikte yaşadığımız talihsiz süreçte tepe tepe kullanılırken, Başbakan Erdoğan da bu ifadeden duyduğu rahatsızlığı örtülü ifadelerle de olsa dile getirdi.
“Dindar cumhurbaşkanı” tartışmasıyla ilgili fikri sorulduğunda, “Cumhurbaşkanının nitelikleri anayasada belli” diyerek bu bahsi kapattı.
Aradan günler, haftalar geçti. Mâlûm gelişmeler yaşandı. “Dindar cumhurbaşkanı” adayı Abdullah Gül, sürecin odağındaki isim olarak, 367 hüsranının burukluğunu eşiyle birlikte en fazla yaşayan kişi oldu ve aradan bir ay geçtikten sonra dindar cumhurbaşkanı tartışmasına son derece şaşırtıcı değerlendirmelerle katıldı.
Ertuğrul Özkök ve Enis Berberoğlu ile yaptığı görüşmenin Hürriyet’e kendi ağzından “Dindar cumhurbaşkanı propagandası olmaz” manşetiyle yansıyan detaylarında Gül tuhaf şeyler söylemiş.
“Cumhurbaşkanı için böyle bir kriter olamaz” diyen Gül sözlerinin devamında “Ayrıca ben çıkıp nasıl ‘dindar cumhurbaşkanıyım’ diyebilirim? Kendi günahlarım gözümün önünden geçer” ifadesini kullanıyor ve akabinde şöyle diyor:
“Ayrıca bazen kapalıların açıklardan daha hatalı olduğu durumlar var.” (Hürriyet, 29.5.07)
Gül’ün, “Kendime ‘dindar cumhurbaşkanı’ diyemem. Çünkü günahkârım” anlamına gelen sözleri için başkalarının söyleyeceği herhangi birşey olmasa gerek. Bunun bu şekilde açığa vurulması yadırganabilir, ama netice itibarıyla tamamen kendi iç âlemini ilgilendiren bir konu.
Ama ardından, hiç gereği de yokken, kimi fanatik “çağdaş ve laikçi”lerin ağızlarından düşürmedikleri “Bakmayın siz kapalı olduğuna, öyle kapalılar var ki, o örtünün altında ne dolaplar çeviriyorlar” söylemlerine kuvvet verircesine ifadeler kullanmasının nasıl bir izahı olabilir?
Peki, yine aynı konuşmanın devamında sarf edilen “Türban daha modern olabilir. Cumhurbaşkanı seçilseydim benim de, eşimin de farklı bir üslûbu olacaktı” ifadelerinin anlamı ne?
“Daha modern bir türban” neye tekabül ediyor? Giyim kuşamı konusunda Atıl Kutoğlu gibi modacılara danıştığına ilişkin haberler zaman zaman basında yer alan Hayrünnisa Hanım first lady olabilseydi, başındaki örtüyü “daha modern” hale getirmek için ne yapacaktı?
Herhalde, Ahsen Unakıtan’ın, boynu ve kulakları açıkta bırakan, ama fazlaca “taşra tipi” bir görüntü veren “türban”ı takmayacaktı...
Gül’ün sözleri, Ali Müfit Gürtuna’nın, değişik ve “modern” örtü biçimlerini denedikten sonra netice olarak şapkada karar kılan eşi Reyhan Hanımın söylem ve uygulamalarını hatırlatıyor.
Sonuç: Bir uçtan bir başka uca, ifrattan tefrite savrulmanın yeni, tipik ve ibretli bir örneğini oluşturan bu sözler çok hazin ve düşündürücü...
31.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|