Yaklaşık iki yıl kadar önce, 2005 Ağustos’unda Erdoğan İstanbul’da ilginç bir ziyaret gerçekleştirmişti. Evine gittiği zât, 86 yaşındaki eski bir siyasetçiydi. 70’li yıllarda MSP’den milletvekili seçilen ve daha sonra istifa edip MHP’ye katılan asker kökenli İhsan Karaçam.
Erdoğan’ın ziyaretinin sebebi, Karaçam’ın emekli maaşından arttırdığı 5 milyar TL’yi Güney Asya felâketzedelerine bağışlayıp bunu bir mektupla Başbakana bildirmesi olarak açıklandı.
Ama konumuz o değil. Karaçam’ı gündeme getirmemizin sebebi, onun 1976’da MSP’den istifa ederken dayandığı gerekçelerden birini, “Bu parti 450 milletvekiliyle de Meclise girse iktidar olamaz” sözüyle dile getirmiş olması.
Çok iyi hatırlıyoruz; bu söz ertesi günkü Yeni Asya’da manşet olmuş ve ilgili haberde Karaçam’ın beyanlarına geniş şekilde yer verilmişti.
Aradan 31 yıl geçti. Ve bakıyoruz, aynı değerlendirme farklı üslûp ve söylemlerle de olsa AKP için yapılıyor. Örnek, Doç. Hasan Bülent Kahraman’ın Tempo dergisindeki röportajında başlık olarak da verilen şu sözü: “AKP 400 vekille gelirse askerî kriz devam eder.” (10.5.07)
CHP lideri Baykal başta olmak üzere bazı çevrelerin “Şu ortamda ve bu şartlarda yapılacak bir seçim de yaşanan kriz ve sıkıntının aşılması için çare olmaz” iddiasında bulunmaları, Kahraman’ın dile getirdiği görüşü tamamlar nitelikte
Neden? Çünkü AKP de—tıpkı RP ve FP gibi—“irtica”yı besleyen, “din devleti” peşinde koşan, ama takiyye yaparak bu emellerini gizlemeye çalışan bir parti olarak görülüyor.
Başından beri zaten kuşkuyla bakılan “Değiştik” söylemleri, bu iddiayı ispatlamak için verilen bunca taviz, atılan onca geri adım, karşı cenahı ikna edemedi.
Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirerek başörtüsünü o yoldan Çankaya’ya çıkarma girişimi ise bütün sigortaları attıran bir atraksiyon olarak görüldü ve o noktadan sonra eski defterler tekrar açılarak AKP yeniden boy hedefi haline getirildi.
YÖK’ün, rektörlerin, Köşkün, yüksek yargının ve Genelkurmay’ın paslaşarak oluşturdukları iklim peş peşe yapılan mitinglerle desteklenerek, Türkiye bazılarınca “28 Şubat’tan da beter” olarak nitelenen bir ortama sürüklendi.
Bu ortamda AKP ağzıyla kuş tutsa, Arınç’ın “veciz” ifadesiyle “kuş katliamı yapmak”la suçlanacak. Karşıtlarını ikna etme şansı hiç yok.
Hal böyle olunca, AKP’nin yüksek perdeden demokrasi vurguları yapması, her fırsatta millî irade üstünlüğünün altını çizmesi, karşıtlarınca “tehlikeli bir tahrik ve tırmandırma” olarak görülüyor ve derin mahfillerde hazırlanıp gazete köşelerinde de açık açık yazılan “Batının itiraz etmeyeceği, seçim ve darbe dışı kaybettirme projeleri”nin altı daha bir tehevvürle ısıtılıyor.
Mitingler, Meclise indirilen—Arınç'ın “Hiç hesapta yoktu” dediği 367 darbesi, ardından her geçen gün daha da yükselen bir tonda fısıldanan “kapatma dâvâsı” tehditleri ve AKP’liler hakkında el altında tutulup kapağının açılacağı haberleri uçurulan dosyalar, bunun işaretleri.
Bu demektir ki, Türkiye’nin, AKP bahane edilerek sürüklendiği bu krizden, seçimde yine AKP’yi güçlendirerek çıkması mümkün değil.
2002 seçiminde de geçerli olan bu gerçek, bugün çok daha güçlü gerekçelerle önümüzde.
29.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|