Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

İstanbul niçin önemli?

Bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem’in (asm) istikbalden ihbar ettiği mühim hadiselerden birisidir.

‘İstanbul muhakkak fethedilecektir’ demiş o mübarek Nebî (asm). Sadece haber vermekle kalmamış, fetheden komutanı şefkat ve merhamet kanatları altına alıp, ‘O ne güzel bir komutandır’ diye tebşir etmiş. Komutanla birlikte onu fethedecek orduyu da âlem-i İslâm nazarında en yüksek bir mevkiye koyup ‘Onun ordusu ne güzel ordudur’ diye bütün ümmetini heyecan, şevk ve gayrete getirmiştir.

Büyük bir müjde ihtiva eden bu hadis-i şerifin benzer gaybî haberlerden farklı bir yönü ve farklı bir muhtevası vardır. Zira bu hadis ile bir hedef tayini yapılmış. Öyle bir hedef ortaya konmuş, öyle bir müjde verilmiş ki, bir çok komutan ve ordu bu müjdeye nail olmak için üstün bir çaba ve gayret göstermişler. İstanbul’u almak en öncelikli hedefleri olmuş.

İstanbul’un alınması için ilk sefer, daha Sahabe-i Kiram devrinde yapılmış. Emevî Devletinin kurucusu Hz. Muaviye İstanbul’u almak için ilk teşebbüse geçenlerden. Hz. Muaviye bir donanma teşkil ederek Bizans başşehrini kuşatmış, uzun bir kuşatma sonucunda geri çekilmiş. Fakat bu kuşatmada Peygamberimizin (asm) sancağı mânen İstanbul’a dikilmiş oldu. Yani bu sefere katılan Eyyub-el Ensârî Hazretleri bu kuşatma esnasında (671) şehit oldu ve surların çok yakın bir yerine defnedildi. Hz. Eyyub çoğu kez Peygamberimizin (asm) sancaktarlığını yapmıştır.

İşte daha sahabe devrinde başlayan İstanbul fethetme çabaları, 1453 yılına dek çeşitli devirlerde devam etmiştir. İstanbul’u almak her İslâm ordusunun öncelikli hedefleri arasında olmuştur. Hadiste ifade edilen müjdeye nail olmak için çok büyük gayretler gösterilmiştir.

Peki Peygamberimizin (asm) böyle net bir hedef göstermesinin hikmeti nedir? Bu hadis ile sadece bir yerin veya bir şehrin İslâm beldesi içine katılması mı hedeflenmiştir? Yoksa başka bir maksat mı vardır?

Evet, Resûl-i Ekrem’in (asm) çok sırlar ihtiva eden bu hadis-i şeriflerinden bir hikmeti İstanbul’un alınması ile ümmetinin dünya hâkimiyetini arzu etmesidir. O Mübarek Nebî (asm), Cenâb-ı Hakkın izniyle görmüştür ki, İstanbul gibi bir şehrin ümmeti eline geçmesiyle İslâm ümmeti dünya hâkimiyetini elde edecektir.

Bu konudaki delilleri nazarlara sunmadan önce İstanbul niçin önemli ona bir bakalım. İstanbul nasıl bir şehirdir?

İstanbul fizikî olarak çok mühim bir konuma sahiptir. Büyük yer altı zenginliklere sahip, büyük bir nüfus kütlesinin yaşadığı Asya ile sanayi ve teknolojinin üretim merkezlerine sahip yine büyük bir nüfus kütlesinin yaşadığı Avrupa arasında bir köprüdür. Aynı zamanda insanlığın yeryüzüne yayılış merkezi ve bu gün enerji üssü olan Ortadoğu’nun komşusudur. Boğazları ile kuzey güney arasında hayatî öneme sahip bir geçiş noktasıdır. Başka hiçbir sebep olmasa bile İstanbul’un bu fizikî konumuna sahip olan bir devlet dünya hâkimiyetini tesis edebilir. Bu pekâla mümkün.

Dünya hâkimiyeti konusunda iki önemli teori var. Birisi çevreden hareket ederek merkezi ele geçirip dünya hâkimiyeti kurmak. Diğeri ise merkezden hareket ederek çevreye doğru yayılıp dünya hâkimiyetini elde etmek. Merkez ise İstanbul’dur.

Delil mi istersiniz?

İşte Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu bu sözlerimize bir delildir. Önce Roma Devleti İstanbul’u elinde tutmuş. Üç kıtaya yayılarak dünya hâkimiyetini tesis etmiş. Dört yüz yıla yakın bir süre sonunda bu sefer Bizans Devleti, İstanbul’a hâkim olmuş. Bizans da bin yılı aşkın bir süre İstanbul’a sahip olmuş, bu süre içinde de dünya hâkimiyetini tesis etmeyi başarmış. 1453 yılında şehir Osmanlı tarafından fethedilmiş. Bu fetih sonrasında ise beş yüz yıla yakın bir süre de Osmanlı dünya hâkimi olmuş.

Öte yandan başarısız olmuş iki teşebbüs daha var. Birisi Rusya, diğeri İngiltere. İngiltere 1800’lü yılların başından itibaren elde ettiği sanayi gücü ile dünya hâkimiyetine kalkışmıştı. Bir ölçüde de başarılı oldu. Üzerinde güneş batmayan ülke olarak anılmaya başlamıştı. Fakat İstanbul’u elinde tutamadığı için dünya hâkimiyetini de kuramadı. İstanbul’u elinde tutamadı diyoruz, çünkü Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere İstanbul’u işgal etti. İşgal sebepleri arasında en önemli sebep dünya hâkimiyeti isteğidir. Bundan şüpheniz olmasın. Ancak kısa bir süre sonra İstanbul’u terk etmek zorunda kaldı. Zaten bu zoraki terkin ardından elindeki bir çok toprağı da terk etmek zorunda kaldı. Bugün küçük bir adaya razı oldu.

Bir diğer başarısız örnek de Rusya’dır.

Yirminci yüz yılın başında hem fikrî cephede, hem de fizikî cephede dünya hâkimiyetine yönelen Rusya, bütün dünyayı sarsmaya başladı. Rusya’nın en büyük hedefi ise, Türkiye üzerinden sıcak denizlere inmekti. Sıcak denizlere inmek için de İstanbul’u ve boğazları elinde tutmak gerekiyordu. Rusya uzun süre bu istek ve arzu içinde olmuştur. İstanbul’u ele geçiremediği için de dünya hâkimiyetine muvaffak olamadı, Rusya. Ardından da 1990 sonrası çöküp gitmiştir. Bu iki devletin çevre kuşatması yaparak dünya hâkimiyetini elde etme çabası başarısızlıkla neticelenmiştir. Çünkü bu ülkeler İstanbul’u elinde tutamamışlardır.

Gariptir bu günlerde Amerika aynı yolu denemektedir.

11 Eylül sonrası Büyük Ortadoğu Projesi ile Amerika dünya hâkimiyetini gerçekleştirme projesini devreye koymuştur. Günümüzde Ortadoğu’yu bir ölçüde kontrol etmeye çalışmaktadır. Şayet ABD’nin niyeti dünya hâkimiyeti ise, ki öyle gözüküyor, nihâî hedef İstanbul’dur. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Belki şu an için bu ütopya gibi gözükse de, İstanbul’u elinde tutmayan bir devletin dünya hâkimiyetini kurmayacağını en iyi ABD bilir. ABD ilerleyen zaman içinde Ortadoğu’da kesin bir başarı elde ederse, sonunda İstanbul’a yönelecektir. Nasıl yönelecektir, bilmiyoruz. Yani siyasî mi, askerî mi? Ama muhakkak ki İstanbul’a yönelecektir.

İşte İstanbul böyle önemli bir şehirdir.

Dünyanın tam merkezidir. Doğu, batı, kuzey, güney geçiş noktasıdır.

İslâm dünyası bir vücut ise, kalbi Mekke, aklı ise İstanbul’dur. Beş yüz yıldır bir çok devletin iştahını kabartsa da bu güzel şehir bu gün her şeye rağmen İslâm ümmeti elindedir. Kıyamete kadar da inşaallah İslâm olarak kalacaktır. Çünkü İstanbul, Peygamberimizin (asm) manevî vatanıdır. Kutsal Emanetler İstanbul’dadır.

Bu sebeple İstanbul’u elinde tutan Türkiye, ümit ediyoruz ki, yeniden bir dünya liderliğini yaşayacaktır. ‘Mehdi İstanbul’u ikinci kez fetheder, Mehdi dünya hâkimiyetini kurar’ meâlindeki hadisler bu hakikate işaret ediyor. Yeter ki, biz gereğini yerine getirelim.

[email protected]

Halil AKGÜNLER

29.05.2007


Fatih ve İstanbul

Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye, Türkiye’nin en güzel İli İstanbul’dur. Bu itibarla Peygamberimizin fethedilmesinde hedef gösterdiği bir şehirdir. Çünkü, Hz. Peygamber (a.s.m.): “Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. O fethe muvaffak olan emir ne bahtiyar emirdir; onun ordusu da ne bahtiyar bir ordudur”1 buyurarak bir hedef ortaya koymuştur.

Peygamberimizin “ne güzel emir” ve “ne güzel ordu” müjdesine mahzar olabilmek için Hz. Muaviye zamanından beri bu müjdeye nail olabilmek her kumandan ve devlet başkanının hedefi ve rüyası olmuştur. Hz. Muaviye zamanında ilk İstanbul seferleri başlatılmış ve hicrette Peygamberimizi evinde misafir eden Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.) bu kuşatmada şehit olmuştu. Bundan sonra da ondan fazla kuşatma gerçekleştirilmiş, ancak 1453 yılında bu müjde Fatih Sultan Mehmed’e nasip olmuştur.

Yukarıda zikrettiğimiz hadisin dışında başka hadisler de vardır. İbn Mâce’de yer alan bir hadiste de İstanbul’un fethiyle ilgili olarak, Müslümanların maddî ve manevî nimetlere mazhar olacağını Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Tesbih ve tekbir getirerek Kostantiniyye’yi feth edeceksiniz. O zamana kadar elde edemediğiniz ganimet mallarına kavuşacaksınız.”2

İstanbul ilinin İslâm âleminin serhaddi olacağına ve bunu gerçekleştireceklerin Allah katındaki makbuliyetine ve İslâm hakimiyetinin, İstanbul’un fethinden geçtiğine işaretler bulunmaktadır. Fatih ve fethin Kur’ân-ı Kerime bakan yönü de vardır. Sebe Sûresi, onbeşinci âyette “belde-i tayyibe” tabiri geçer. Bu ifadenin ebced hesabiyle rakam değeri 857’dir. Bu ise, İstanbul’un fethinin Hicrî tarihini göstermektedir.

İstanbul’un fethinin Fatih Sultan Mehmed’e nasip olması bir tesadüf değil, ancak bir tevafuktur. Çünkü; Fatih, başta Şemseddin Ahmed Molla Güranî ve Mehmed Akşemseddin gibi en kıymetli hocalardan ve bunlar gibi daha bir çok seçkin âlimlerin rahle-i tedrisinden geçirilerek fetih ruhu o zamanlar ruhuna nakşedilmiştir.

Şehzade Mehmed (Fatih) henüz çok küçükken, bir gün babası 2. Murad’ı kolundan tutup Hacı Bayram Veli’ye götürmüştü. O tarihte Hacı Bayram tekkesinde öğrenim gören Akşemseddin misafirlere hizmet ediyordu. Sultan Murad, Hacı Bayram Veli’ye, İstanbul’u alma planlarından söz etti. Hacı Bayram Veli, küçük Şehzade Mehmed’i gösterip,

“Padişahım,” dedi, “İstanbul’u şehzadeniz Mehmed ile benim köse alacak.”3

Veli’nin “köse” dediği Akşemseddin’den başkası değildi. Gerçekten Veli’nin bu kerameti yıllar sonra hakikat olacak ve İstanbul’u fetheden fatih ve onun yanında Akşemseddin, manevî fatih olarak selâmlanacaktı. Çünkü bir gün hocalarından Molla Hüsrev, kendisine Peygamberimizin İstanbul’un fethi ile ilgili hadisini okuduktan sonra genç Mehmed’i derin bir düşünce aldı ve o günden sonra İstanbul’u fethetmenin yollarını aramaya başladı.

Ve büyük gün geldi çattı. 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece hiç kimsenin gözüne uyku girmedi. Tekbirler alınıyor, Allah’a duâlar ediliyordu. Kim kimi görse kucaklıyor ve helâllık diliyordu:

”Cennette görüşürüz. Hakkını helâl et.”

Padişah, divanı dağıtmış, düşünceleriyle baş başa kalmıştı. Diz çöktü. Bir süre Kur’ân okudu. Namaz kıldı. Duâ etti:

“Allahım! Senin gösterdiğin yolda, gönderdiğin din uğruna savaşan İslâm ordusunu koru, zafere ulaştır. Kostantiniyye’nin fethini göster. Sana sığındık, Sana bağlandık, bizi sevindir, düşmanlarımızı yerindir.”

Çadırın dışından bir ses geldi: “Amin!”

Padişah hızla doğruldu. Nöbetçilere sesin sahibini bulmalarını emretti. Boylu-boslu bir yeniçeri subayını getirdiler.

“Amin diyen sen miydin?”

Yeniçeri subayı gözlerini yerden kaldırmadan cevap verdi:

“Beli (evet) padişahım, benim.”

“Otağ-ı Hümayunun bu kadar yakınında ne işin var?”

“Hacetimi arza geldim Hünkârım.”

Padişah karayağız, pehlivan yapılı genci sevmişti.

“Söyle hele, derdin nedir?” Tek tek konuşmaya başladı:

“Padişahım, yarınki hücumda ön safta bulunmak için yanıyorum. Oysa kumandanım buna izin vermiyor. İlk hücum edenler arasında bulunamayacağım.”

“Derdin bu ha!”

“Sayenizde başkaca derdim yoktur padişahım.

“Peki, bir çaresini buluruz.”

Gece bitmek bilmiyordu. Fatih, yalınayak, başı açık secdede idi.

“Hünkârım,” dedi. “Sabah namazından önce hücum emrini veriniz. Allah’ın izni ve yardımıyla gaziler ordusu, sabah namazını İstanbul’da kılacaktır.”

Padişah bu müjdeyi içine sindire sindire dinledi. Akşemseddin’in şimdiye kadar bütün söyledikleri çıkmıştı. Elbette bu da çıkacaktı. Gece yarısından sonra hücum emrini verdi. Tekbirler, mehterin savaş marşlarına karıştı. “Allah Allah” sesleri topların gümbürtüsünü bastırdı.

Molla Güranî ile Akşemseddin ateş hattında dolaşıyor, askerlere, “Ya gazi ya şehid” olmalarını telkin ediyorlardı. Ulubatlı Hasan en öne fırlamıştı. Şâhî topunun açtığı gedikten girip surlara tırmanmaya koyuldu. Oklar vücudunu delik deşik ettiği halde düşmüyordu. Sancağı dikti ve son nefesini verirken şunları söylüyordu: “Allah’ım, bu sancağı buradan indirtme.”

Sultan Mehmed, sancağını burçlarda görünce ellerini semaya açtı: Aciz, fakir kulun Mehmed’e bu günleri gösterdiğin için Sana şükürler olsun. Rabbim.”

Şanlı ordu, Peygamber Efendimizin övgüsüne lâyık ordu, Sultan Mehmed’in ardından şehre girdi. Elveda Bizans, merhaba İstanbul diyordu.

Kaynakça:

1-Müsned, c.4, s.335.

2-İbn Mece, Fiten, c. s.35.

3-Bahadıroğlu, Yavuz; Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul-1986, c.1, s.88.

[email protected]

Halil ELİTOK (Emekli İl Müftü

29.05.2007


İstanbul’un Fatih’i

‘’Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni’’ nidaları yankılanmıştı İstanbul’da. Zira İstanbul pek nazlı bir yar idi. Fatih Sultan bu nazlı yarine kavuşmak için büyük bir gayret sarf ederken böyle dile getirmişti duygularını.

Fatih Sultan Mehmet’in en büyük ideali Peygamber Efendimiz’in (asm) “Muhakkak ki Kostantıniyye (İstanbul) fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerdir’’ hadis-i şerifindeki müjdeye nail olmaktı. Zira bu hadis-i şerife karşılık ‘’Ey Rabbim o komutan ben olayım’’ diye duâ etmiş, bu müjdeye lâyık olmak için çok çalışmıştı. Hem maddî, hem manevî duâsını yaparak; biiznillah muzaffer olmuştu. Fatih’in yalnız İstanbul’u değil, gönülleri de fethettiği aşikârdır .

Fatih’in bu kadar başarılı olmasındaki sırrı hayat hikâyesini okuduğumuz zaman daha iyi anlarız. Sürekli azim ve inançla çalışırdı, öyle ki gayesi rüyalarına dahi girerdi.

Fatih Sultan’ın büyük bir yüreği vardı. Bu büyük yürekli hükümdar gayr-i müslimlere dahi güven veriyordu. O dönemde İstanbul hem madden, hem manen büyük bir çöküş içerisindeydi. Hatta, ileri gelen Bizans idarecisi Notaras, “Bizans’ta Lâtin şapkası görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” diyordu. Halk da kendi içinde aynı şeyi düşünüyordu.

Fatih’in fethi İstanbul’u feraha kavuşturmuştu.

Fatih Sultan Mehmet‘in İstanbul’u fethinin akabinde düşmanlarına karşı nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu şu olayla görmemiz mümkün: İslâm devletleri hukukuna göre sulh yolu ile fethedilen ülkelerdeki ehl-i kitaba ait mabetlere dokunulmaz; fakat yenilerinin inşasına izin verilmezdi. Savaş yolu ile fethedilen ülkelerde ise tam tersi, hükümdar isterse başka dinlere mensup insanları sürgün edebilirken; mabetlerini de yok edebilirdi. İstanbul savaş yolu ile fethedilmiştir. Fakat Fatih’in Ayasofya’yı cami haline getirmesinden sonra papazlar heyeti padişahın huzuruna çıkmak ister ve bir istekte bulunurlar. İstanbul’u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul’da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih’e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma’bedlerine karşı İstanbul’un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir. Fatih din bilginleri ve âlimlere danıştıktan sonra onların bu isteklerini geri çevirmez ve hiçbir mabede hakkı olduğu halde dokunmaz. Bu noktada Fatih’in din ve vicdan hürriyet anlayışını görürüz.

O dönemin yazarları Fatih’i zamanın en büyük hükümdarı olarak görür. Osmanlıyı sevmeyenler dahi onu metheder. Bir Fransız tarihçi Haçlı yağmasını “Dünya yaratıldı yaratılalı bir şehirden bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır” diye anlatır. İstanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden Batılı kuruluşların yaptıkları tesbit sonucu; “İstanbul, Fatih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harâbe ve ölü şehir idi. Fetihten sonra, hem Avrupa’nın ve hem de Müslüman memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi’’ kanaatine ulaşırlar. Hatta Rus tarihçi Ouspensky bile “Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar’’ demiştir. Evet Haçlılar yıkıp, yağmalarken Osmanlı daha da güzel bir hale getirme gayreti içerisinde olmuştur.

Fatih fetih sırasında ‘Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni’’ demiş ve sonunda biiznillah Peygamberin müjdesine nail olmuştu. Fatih nazlı yarine kavuşmuştu. Şimdi Ayasofya’nın içinde dolaşırken bile Fatih’in ayak seslerini duyuyorum sanki. Allah ondan Razı olsun. O İstanbul’u fetheden asil komutan idi. İstanbul’un fatihiydi o. Aynı zamanda gönüllerin de fatihi idi Sultan Mehmet. İstanbul da onu beklemişti ümitle. Nazlı İstanbul kimseye yar olmamıştı, ama o büyük Fatihe hem hayran olmuştu, hem nazlı bir yar… Fatih ise İstanbul’un Fatih’i olmuştu.

Kaynakça:

*Müslüman İlim Öncüleri, Şaban Döğen

*www.osmanli.org.tr

[email protected]

Fatma ALTUNER

29.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004