Başörtüsü meselesinde bugüne gelişin serencamını ve partilerin tutumlarını gözden geçirmiştik. Şimdi de bugünkü tabloya bakalım.
AKP, 3 Kasım seçimine Arınç’ın ağzından “Bu meseleyi çözmek bizim namus borcumuzdur” vaadinde bulunarak girmişti. Ama gelinen noktada Arınç çoktandır derin bir sessizlik içinde. Hayli zaman önce bu konudaki son beyanlarından birinde ise, mağdurlara “Sabretmeye devam edin, zaten o kadar fazla çile çektiğiniz de söylenemez” gibi nasihatlarda bulunmuştu.
Buna karşılık Başbakan ve Millî Eğitim Bakanı “Başörtüsü için söz vermedik” deme noktasına geldiler ve konuyu ağızlarına bile almıyorlar.
AKP’nin Gül’ü cumhurbaşkanı adayı göstererek yaptığı girişim ise, 1999 seçiminin ardından yaşanan talihsiz Merve Kavakçı hadisesinin farklı bir versiyonu olarak hüsranla sonuçlandı.
Şimdi kadın vekil sayısını arttırma modasının başını çeken AKP’den aday adaylığı için başvuran kadınlar arasında başörtülü olanlar da var. Bunların içinde “Meclise başörtümle gireceğim” diyenler de çıkıyor, “Genel Kurula girerken başımı açarım” diyenler de. Ve biz parti yönetiminin hiçbirine geçit vereceğini zannetmiyoruz.
CHP’nin tavrı zaten mâlûm. Baykal seçim meydanlarında başörtülülerle poz vermeyi ihmal etmez, ama yasağın kaldırılması söz konusu olunca kılını bile kıpırdatmaz, tam tersine ortağı Sezer’le birlikte yasağı cansiperane savunmaya devam eder.
MHP’ye gelince: Devlet Bahçeli’nin yardımcıları Cihan Paçacı ve Oktay Vural partilerinin bu konudaki politikasında hiçbir değişiklik olmadığını geçtiğimiz günlerde şöyle açıkladılar:
“(1999’da) Antalya milletvekilimiz Nesrin Hanım türbanlıydı, başkanımız ‘Dışarıda türban takabilirsiniz, ama Meclis salonunda takamazsınız’ dedi ve sorun çözüldü.” (Akşam, 14.5.07)
Demek ki, MHP önümüzdeki seçimde de başörtülü aday gösterir ve bu adaylar kazanırsa, Nesrin Ünal modeli yine geçerli olacak. Başörtüsüyle oy toplanıp, Mecliste başlar açtırılacak.
MHP’nin başörtüsü yasağı için formülü bu.
22 Temmuz seçiminde Mecliste temsil edilme ihtimali yüksek görünen partilerden DP ise, bu konuya “Üniversitelerdeki yasak kalkmalı” şeklinde yaklaşıyor. Bu görüş şimdiye kadar gerek Ağar, gerekse Mumcu tarafından defaatle dile getirildi. Dolayısıyla, yetersiz de olsa, mevcut ortam ve şartlarda en pozitif tavır bu partiye ait.
Ve önümüzdeki dönemin siyasetinde belirleyici konumda olması muhtemel diğer partilerin yaklaşımlarına bakıldığında, olanca yetersizliğine rağmen kabul edilebilecek yegâne tavır bu.
Gerçi statüko bunun dahi tatbikine ne derece imkân verecek, o da ayrı bir bahis. Herşey bir tarafa; “türban”ı savunmanın “parti kapatma gerekçesi” sayıldığı bir memlekette yaşıyoruz.
Ancak AKP’ye bakışla DP’ye bakışın farklı olması ve AKPnin mâlûm kamburlarının DP için söz konusu olmayışı, bu durumu değiştirebilir.
İdeal olan, elbette ki, kamusal alan sayılan yerler de dahil, hayatın hiçbir saha ve safhasında çağ ve hukuk dışı bir yasağın bulunmaması.
Ama o noktaya varmak için, önyargıların ve onları besleyen tahriklerin olumsuz etkilerinin tümüyle aşılacağı bir geçiş sürecine ihtiyaç var.
DP’nin güçlenmesi bu süreci hızlandırabilir.
23.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|