Laiklik ve mânevî cihad
Evet, evvelâ başta “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.” (Bakara Sûresi, 2:256.) cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der:
Gerçi o tarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikrâha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur, Kur’ân’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.
Şuâlar, s. 243
***
..gayr-i müslimler kurûn-u vustâda ve vahşî oldukları zamanlarda ferman-ı “Lâ ikrâhe fi’d-dîn” (Dinde zorlama yoktur. / Bakara Sûresi, 2:256.) ile bu kadar edyan ve akvâm-ı muhtelife medeniyet-i İslâmiyede masum kaldıklarından, İslâmiyetin ulüvv-ü cenabı ve gayr-i müslim tevehhüm ettikleri mahzurun ademi, güneş gibi tezahür ediyor. Hem de gayr-i müslimlerin selâmeti vatanın saâdeti iledir. Ve meşrûtiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şeriat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan gayr-i müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır.
Hutbe-i Şamiye, s. 101
***
Nasıl ki, hükûmet-i cumhuriye “dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi, dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icâbâtındandır.
Tarihçe-i Hayat, s. 212
Lügatçe:
makam-ı cifrî ve ebcedî: Cifir ve ebced hesabına göre ulaşılan netice, sayı değeri.
mânâ-yı işârî: İşâret edilen mânâ.
tefrik: Ayırma.
ikrâh: Birine zorla iş yaptırma.
icbar: Zorlama.
mücahede-i diniye: Din için gayret gösterme, çalışma.
muarız: Karşı, zıt, ters.
kanun-u esasî: Anayasa.
düstur-u siyasî: Siyaset düsturu.
cihad-ı dinî: Din için gayret gösterme, çalışma.
iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma; sarsılmaz iman, şuurlu ve tahkiki iman.
rüşd-ü irşad: Mükemmelen doğru yola sevk etmek, İslâmiyet yoluna sevk ve olgunlaştırma.
tebyin: Belirtme, açıkça anlatma.
tebeyyün: Belli olma, meydana çıkma, görünme, anlaşılma.
lem’a-i i’caz: Mucizelik parıltısı.
kurûn-u vustâ: Ortaçağ.
edyan: Dinler.
akvâm-ı muhtelife: Çeşitli milletler.
ulüvv-ü cenab: Âlicenaplık, cömertlik, büyüklük.
tevehhüm: Vehimlenme, kuruntuya kapılma.
adem: Yokluk.
tezahür: Zuhur etme, ortaya çıkma.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
mürşid: İrşad eden, doğru yola sevk eden.
takdis: Yüceltme, mukaddes sayma, büyük saygı gösterme.
ünsiyet: Alışkanlık, dostluk.
hükûmet-i cumhuriye: Cumhuriyet hükümeti.
bîtarafane: Tarafsızca.
|