Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

Duâlarımızın neticesi



İsim belirtmeyen bir okuyucumuz:

*“Benim bu dünyada ve diğer dünyada dileklerim var, sürekli duâ ediyorum yerine gelmiyor. Acaba günahkâr olduğum için mi kabul olmuyor? Allah günahkârların duâsını kabul etmez mi?”

Resûlullah Efendimiz (asm) buyurmuştur ki: “Sizden her hangi birinizin duâsı, acele etmediği ve ‘Duâ ettim, fakat benim duâm kabul edilmedi’ demediği sürece kabul edilecektir.”1

“Birçok defa duâ ediyoruz, kabul olmuyor. Hâlbuki ‘Duâ edin, size cevap vereyim’2 âyetinin umumî olduğunu, her duâya cevap verildiğini ifade ettiğini” bir soru olarak gündemimize taşıyan Bedîüzzaman Hazretleri, Cenâb-ı Allah’ın her duâ için cevap verdiğini, fakat duâmızı kabul etmesi ve istediğimiz aynı şeyi vermesi için, o şeyin Allah’ın hikmetine uygun olması gerektiğini bildiriyor.

Bedîüzzaman Saîd Nursî, bunu şöyle bir misâl ile açıklıyor:

Meselâ hasta bir çocuk, doktora: “Ey hekim! Bana bak!”

Doktor: “Buyur! Derdini söyle!” diyecek, hasta çocuğun çağrısına cevap verecektir.

Çocuk: “Şu ilâcı ver bana!” dediği zaman ise, devreye mecburen doktorun bilgisi, hikmeti, kanaati ve onayı girecektir. Çünkü o ilâcın çocuğun derdine fayda verip vermeyeceğini doktor çocuktan daha iyi bilmektedir. Bu durumda çocuğa düşen, doktorun, istediği şey ile ilgili bilgisine, hikmetine ve kanaatine razı olmak, doktorun hükmüne teslim olmaktır. Doktor bilgisiyle hareket edip çocuğa ya o ilâcın aynısını, ya daha iyisini verebilir, ya da hiç vermeyebilir. İstediği ilacın aynısını vermediğinde çocuğun doktoru itham etmesi ve ‘İstediğim şeyi vermedin!’ diye doktora küsüp kırılması elbette doğru bir hareket değildir.3

Bir diğer husus; kavlî duâ ile beraber fiilî olarak üzerimize düşeni eksiksiz yerine getirmeliyiz. Meselâ üniversite sınavını kazanmak gibi muhakkak fiilî duâ gerektiren, muhakkak tekniğine ve usûlüne göre çalışmamızı zorunlu kılan iş ve isteklerimizde yeterince çalışmamız ve ulaşmak istediğimiz sonuca fiilî olarak teşebbüs etmemiz şarttır. Bununla beraber istediğimiz sonucu almadığımızda bize düşen yine kendi kusurumuzu aramaktır. Allah’a küsmek veya kırılmak değil; yılmadan yine fiilî ve kavlî olarak duâya devam etmektir. Allah’ı itham etmek bize yakışmaz. Duâmızla ilgili olarak birinci görev bize düşüyor. Allah’ı duâmızı kabul etmeye mecbur sayamayız. Allah’ın ilimle ve hikmetle davrandığını ve duâmızı en hayırlı şekilde kabul ettiğini bilmeli ve bundan razı olmalıyız.

Öte yandan Bedîüzzaman Hazretlerine göre, görünen maksatlar, yani dünyevî gayeler, yani ihtiyaç zamanları o duânın ve duâ ibadetinin hususî vakitleridir. O vakitlerde duâ yaptıktan sonra istediğimiz şeye ulaşmak ise, o duânın hakikî faydası değildir. Duânın hakikî faydası âhirete bakar. Dünyevî maksatlar meydana gelmezse, “Duâ kabul olmadı” denilmez; “Daha duânın vakti bitmedi” denilir ve vakti içinde duâ ibadetine devam edilir.4 Nasıl ki, güneş battığında akşam namazının vaktinin girdiğini anlıyor isek; bir takım hususî ihtiyaç vakitlerinde de, söz konusu ihtiyacımızla ilgili hususî duâ vakitlerinde bulunduğumuzu anlamalıyız.ö Bu vakitlerde gerek sözlü, gerekse fiilî olarak duâya devam etmeliyiz. Duâmızda aceleci olmamalıyız. Duâmızda Cenâb-ı Allah’tan mutlak hayır istemeliyiz. İhtiyaçlarımızın hayırlı neticelerle giderilmesini talep etmeliyiz.

Dünyevî istek ve ihtiyaçlarımızı duâlarımızda “biricik gaye” yapmamaya özen göstermeli; duâlarımız için “biricik gayenin” Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu unutmamalıyız. Başka bir ifadeyle, her duânın bir ibadet olduğunu, her ibadetin de sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini unutmamalı; Allah’a her el ve gönül açışımızda, öncelikle o isteğimiz ve ihtiyacımız vesilesiyle Allah’ın rızasını aradığımızı teslim etmeli ve O’ndan hayırlı olanı istemeliyiz. Duâmızın kabulünü Allah’ın hikmetine bırakmalıyız. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz. Emin olmalıyız ki, Allah duâmıza karşılık—inşallah—mutlaka hayırlı bir netice verecektir.

Dipnotlar: 1- Tirmizî, Duâ, 11 2- Mü’min Sûresi: 60 3- Sözler, s. 287 4- Mektûbât, s. 291 5- Sözler, s. 287 28.01.2007

28.05.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.05.2007) - Dâbbetü'l-Arz nedir?- 2

  (26.05.2007) - Dâbbetü'l-Arz nedir?- 1

  (25.05.2007) - Allah'a dostlukta unvanlar

  (24.05.2007) - Kalbin kararlılığı, rüya ve istihare

  (23.05.2007) - Muhtelif sorular

  (22.05.2007) - Kısa... Kısa...

  (21.05.2007) - Düğünlerimizde eğlence

  (20.05.2007) - Ruhun ispatı yapılır mı?

  (19.05.2007) - Kısa cevaplar

  (18.05.2007) - Muhtelif sorular

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004