İnsan yapısı, yaratılışı gereği paraya, mala, mülke, kadına, evlâda ilgi duyar. Bir mıknatıs gibi insanı çeker âdetâ bunlar. Cazip ve hoş gelir insana. Aşırı derecede sever.
Peki, bunları ne kadar sevmeli insan? Ölçüsü, limiti ne olmalı?
Madem yaratılışına bu duygu konulmuş insanın, elbette sevecek; ama Yunus Emre’nin, “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” dediği gibi, Allah için, Allah adına ve Allah’ın gösterdiği şekilde sevecek. Bir âyetinde, “Kadınlara, evlatlara, hesapsız şekilde biriktirilip istif edilmiş altın ve gümüş yığınlarına, binmek için nişanlanmış atlara, davarlara ve ekinlere karşı nefsin isteklerine muhabbet, insanlara güzel gösterildi” buyuran Kur’ân bunların hayatımızda ne kadar ve ne ölçüde yer edinmesi gerektiğine de dikkat çekiyor, “Bütün bunlar dünya hayatının gelip geçici nimetleridir” buyuruyor.
Evet, bütün bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Elbette ki, insan meşrû daierede bunlara sahip olacak. Çünkü Cenâb-ı Hak mü’min kulları için hazırlamıştır hepsini. Ve Cenâb-ı Hakkın ahirette ihsan edeceği nimetlerin birer nümûnesi, birer örneğidirler. Tâ ki insan bunlara bakıp asıllarına müşteri olsun. Dünyadakiler geçici, ahirettekiler ise ebedîdirler. Bir sonraki âyette, “Sonunda varılacak yerin güzeli ise Allah katındadır” buyurulduktan sonra, Cenâb-ı Hak şu soruyu sorduruyor Habibine: “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?” de” buyuruyor ve cevabını da şöyle verdiriyor:
“Takvâ sahipleri için Rableri katında altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Onlar orada ebedî kalacaklar. Ve orada onlar için ter temiz hanımlar ve bir de Rablerinin büyük bir rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görür.”1
Demek cazip gelen her şeyin daha mükemmeli, sonsuza dek devam edecek olanı Allah katında bulunmaktadır.
Kur’ân bize geçici olan bu nimetlerle ebedî imişcesine oyalanmamamızı, bunların asıllarına müşteri olmamızı öğütlüyor ve bunlara kavuşacak olanların da takva sahipleri olduğunu bildiriyor.
Allah’a saygı duyan, emirlerini tutup yasaklarından kaçınan kimseler bu nimetlere, hem de sonsuza dek kavuşacaklardır.
Gerçek bu kadar açık ve net iken insan hislerinin esiri olmakta, ebedî kalacakmışcasına dünyaya sarılmakta, asıl gideceği ve sürekli kalacağı âlemde her şeyin daha güzeline, mükemmeline, hem de sürekli olanlarına kavuşacağı halde gaflete düşmektedir.
Kur’ân ise gaflet bulutlarını işte böyle dağıtıyor, bizi gerçeklerle yüzyüze getiriyor.
Dipnot: 1. Âl-i İmran Sûresi: 14-15.
28.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|