Mayıs ayı ortalarında gazetemiz binasında gerçekleştirilen temsilciler toplantısına biz de Avusturya’dan katılmıştık. Dolu gündemimiz içinde, Türkiye’nin de önemli gündemi olan seçim ve siyasî gelişmeler arenasında gazetemizin takip etmesi gereken strateji de vardı. Türkiye’nin her tarafından katılan temsilcilerimizin bu meyandaki beyanları, bilgi, görüş ve mülâhazaları da, gazetemizin genel stratejisini onaylamış ve güçlendirmiştir.
Aslında her alanda müsbet ve yapıcı bir yol izleyen, tahribata karşı tamiri vazife bilen, hak ve hakikatın hatırını şahısların hatırlarına feda etmeyen gazetemizin siyasete bakışı daima net olmuştur. Okuyucusunun kafasını karıştıran bir çizgiye, bir söze, bir fotoğrafa geçit verilmemiştir.
İşte Münâzarât, işte Sünûhat, işte Beyanat ve Tenvirler.. İşte içtimaî ve siyasî hayatımıza ışık tutan lâhika mektupları, nakledilen hatıralar. Üç devir yaşamış Bediüzzaman’ın nurlu hayatından çizgiler, “duruş” örnekleri.. Öte yandan mevcut partilerin ne “mal” olduklarını ele veren geçmişleri, serencamları...
Bütün bunlar ortada dururken, yeni siyasî gelişmeler karşısında rotamı şaşırıyorsam, gerçekleri “net” göremiyorsam, kafa antenlerimde “ayarsızlık” var demektir. Fikir ve zihin antenlerimi Risâle-i Nur uydularına göre yeniden ayarlamalıyım. Nur Risâleleriyle aydınlanmış bir bakışta, din ve vicdan hürriyetinin kapsamı sadece Müslümanlıkla sınırlı değildir. Hangi inanç ve fikre sahip olursa olsun, hem kendisine, hem de topluma zarar verecek eyleme dönüştürmediği sürece her fert, inanç ve fikrini serbestçe ifade edebilmeli. Hem siyasî değişimler sebebiyle, dininden korkanın, dinden hissesinin örümcek ağı kadar zayıf olduğunu da bilenlerdeniz. Bırakınız şu hükümet gitti, bu hükümet geldi diye din adına endişeye kapılmayı, rejimin karşısında bile Nur Müellifi, hiç kimsenin burnunu kanatmıyacak sağlam ve isabetli bir duruş sergilemiştir.
“Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var, ve ne de düşünüyoruz, ve ne de Risâle-i Nur izin veriyor. Fakat; biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır.” (Kastamonu Lâhikası, s. 202)
***
Risâle-i Nur Talebeleri de, her seçimde olduğu gibi, sandık başına gidip oylarını kullanacaklardır. Kapalı kabinde, Allah’ın huzurunda, vicdanının sesine kulak vererek, Emirdağ Lâhikası’ndaki “Bu vatanda dört parti var” dersindeki tarife uyan parti ambleminin üstüne mührünü basacaktır. Bu meyanda eskiden beri kendi nefsimde tatbik ettiğim bir mütalâa, Demokratlar hususundaki zihnime gelen vesveseleri bertaraf etmede daima etkili olmuştur. Şöyle ki:
Öncelikle, Risâlelerdeki “demokrat” mânâsına ve tariflerine uyan partiyi tesbit ve tayin etmek yerine, bu mânâ ve tariflere uymayanları ayıkladıktan sonra geriye kalan parti için, işte Bediüzzaman’ın işaret ettiği, ahrar ve demokrat misyona yakışan ve yanlışlarına “ehven-i şer” nazarıyla bakabileceğim parti budur, diyerek itminan-ı kalp ile üzerime düşeni ifa etmişimdir. Yani Risâlelerdeki izahlar muvacehesinde günümüz partilerine “atf-ı nazar” yaparken; öncelikle Ahrar’ların devamı ve demokrat misyonunun sahibi olabilecek günümüz partisini “uygunluk” testine tabi tutmadan ve mercek altına almadan önce, bize uymayanları ayıklamak. Yani “ehven-i şer” olanı bulmadan önce, “azamüşşer” olabileceklere bakmak.. Bir kere sol söylemli ve ırkçı mizaçlı partilerin “ahrar” ve “demokrat” misyonundan uzak olduğu kesindir. Din üzerinden siyaset yapmanın da şer olduğu, hatta “azamüşşer” olduğu ayan beyan ortadadır. Kurucuları “evliya” bile olsa, neticesi akim bir yoldur.
Din adına partileşme, sonra da o partinin iktidara gelmesiyle dine hizmet etme gibi bir siyasî düşüncenin, Risâle-i Nur müellifinin dünyasında yeri yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır. Tâ 1924’lerde kısmen dinî motifler taşıyan (Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka) TCF’ye, ve din-eksenli bütün siyasî parti oluşumlarına karşı mesafeli durması bunun bir yansımasıdır. Bediüzzaman bu içtimaî ve siyasî tavrını Selef-i Salihin’den devralmıştır.
Hilâfet’in saltanat’a dönüştüğü sıralarda Hz. Hasan’dan başlayarak selef-i sâlihîn kanalıyla sonraki çağlara intikal eden yaklaşımın devamı hükmündeki bu tavır, aradaki nüansa rağmen, Eski Said’in de tavrıdır. Yeni Said, Hutbe-i Şâmiye’nin Türkçe neşrine düştüğü bir notta, ‘Eski Said’in siyasetle alâkadar olduğunu’ ifade etmekle beraber, bunun ‘siyaseti dine âlet ve hizmetkâr’ kılmaya yönelik bir alâkadarlık olduğunu bildirmektedir. Yoksa, Eski Said de, siyaseti asıl sayan bir tavırdan uzaktır:
“Sakın zannetmeyiniz ki, o dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ; belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: ‘Dinin bir hakikatını bin siyasete tercih ederim.’ ...Fakat, gizli münafık zındıkların Garplılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 40-41, dipnot.). Kısacası din motifli siyasetlerin, hele hele devlete ve iktidara hevesli ya da muktedir olmayan bir iktidarın sahibi olmaları halinde zarar verdikleri, tecrübelerle meydandadır.
***
Geriye “demokrat” ve “millî irade” tezleriyle yola çıkan, düşünce ve inanç hürriyetini, birey haklarını sadece savunmakla kalmayıp gerçekleştirmeye namzet kitle partileri kalıyor. İşte biz “ehven-i şerr”imizi bu alanda aramalıyız. Aslında aramaya lüzum hasıl etmeyecek kadar bellidir de, onu belirsizleştiren, o belli olan damarı kesmeye çalışan zihniyet ve çabalardır. “Yeter Söz Milletindir!” parolasıyla yola çıkan bu hareketin önüne konulmadık engeller, başına örülmedik çoraplar ve kapalı kapılar arkasında hazırlanmadık sinsi planlar kalmamıştır. Ezan-ı Muhammediyi aslına çevirmekle mü'minlerin kalbinde taht kuran, âlem-i İslâmın beş vakit namazda duâsını alan, bu uğurda üç büyük şehit veren bu misyonun zayıf olan tarafını da yine Bediüzzaman Hazretleri teşhis etmiş, bu misyonun takipçilerine, Nurcuları kendilerine “nokta-i istinad” yapmalarını tavsiye etmiştir. Gerek Demokratların, Nurcuları “nokta-i istinad” kabul etmesi, gerekse Nurcuların Demokratlara desteği noktasında Bediüzzaman’ın tavsiyelerinin tam tahakkuk etmesine o kadar çok engeller, kafa karıştırıcı unsurlar devreye sokulmuştur ki, her iki taraf hem “nokta-i istinad”, hem de “destek” noktasında muratlarına tam nail olamamışlardır.
Bu misyonun başına indirilen askerî ve sivil darbelerden sonra ihtilâl ürünü olarak ortaya çıkan kitle partileri bile, demokrat misyonun söylemleriyle demokrat tabanın reylerini alabilmiş, hatta ara sıra “demokrat partinin devamı asıl biziz” tarzında beyanlarda bile bulunmuşlardır. 12 Eylül ihtilâlinden sonra kurulan partiler içinde milletin desteğine mazhar olan ANAP, ihtilâl ürünü olmasına rağmen, Adalet Partisinin kapatılmasıyla partisiz kalan demokrat misyonun oylarına da talip olmuştur. 28 Şubat sürecinin siyasete vurduğu amansız darbenin akabinde ortaya çıkan AKP de millî görüş söylemleriyle değil, öteden beri karşı çıktığı “demokrat” söylemlerle iktidara yürümüş, hatta ara sıra aklına estikçe, Demokrat Parti’nin devamı olduğu iddiasını bile savurmuştur. Ama “sun’î karagözlülük fıtrî karagözlülük gibi olmadığı” için bu sun’î beyanlar havada kalmıştır. Halbuki demokrat misyonun sahibi olduğuna inandığımız DYP de seçime girmiş ve 28 Şubat postmodern darbesinden ağır yara almasına rağmen % 9 oranında rey alarak hakikî misyon reylerini belli bir oranda koruyabilmiştir. Bu korumada, partililer bilseler de, bilmeseler de, “nokta-i istinad” mânâsındaki adresin rolü büyük olmuştur. Her neyse.. Nasıl olsa demokrat misyonunun sahipleri halihazırda vardır. Hem de geçmişte olup bitenlerden ders alma, dostunu düşmanını tanıma noktasında daha dinamik, daha dikkatlidir. Hem de bugüne kadar başka partilere kaptırdığı reylere de talip olarak...
Kısacası, asıl olan mânâdır, fikirdir, özdür. Demokratlık sözde değil, özde olmalı.
09.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|