Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Karne, çocuğunuzu ve sizi korkutmasın

Karne, öğrenciler için büyük önem taşımaktadır. Öğretmenlerin öğrencileri notla tehdit etmesi, ailenin ‘seninle karneyi aldıktan sonra görüşeceğiz’ şeklindeki imaları ve çocukların düzenli ders çalışmaması bu korkuyu artırmıştır. Öğrenciler, kendilerini güvence altına almak için çok ilginç yalanlar uydururlar: ‘Bilgisayarda arıza varmış, karneleri haftaya verecekler. Eve getirmiştim ama nereye koyduğumu bulamıyorum. Üzerine meyve suyu döküldü. Ne! Bugün karne mi alıyorduk?’ Eğitimden istenen verimin alınabilmesi için öğrenci-aile ve okul işbirliğinin sağlanmış olması gerekmektedir.

Eğitimciler, karnenin amacını

çocuklara anlatmalıdır

Öğretmen, öğrencilere karneleri dağıtmadan eğitim yılının genel değerlendirmesini yapmalı ve hedeflerin ne ölçüde gerçekleştiğini anlatmalıdır. Önümüzdeki eğitim yılında öğrencilerden neler beklediğini ve programı da kısaca açıklamalıdır. Karnenin bir kişilik belgesi olmadığı ve isteyen her bireyin başarıyı yakalayabileceğini vurgulaması çok önemlidir. Sınıf içerisinde başarısız öğrencilerin isimleri yüksek sesle söylenmemeli, bu öğrencilere iğneleyici konuşmalar yapılmamalıdır. Öğretmen, karnesini vereceği öğrenciyi yanına çağırıp, derslerdeki performansıyla ilgili özel olarak konuşmalıdır. Bunu yaparken nazik ve umut verici bir dil kullanmalıdır. Eğer öğretmen, öğrencinin başarısından memnun değilse, öğrenciden başarısızlığın sebebini öğrenmelidir. Başarısız öğrencilerin ailelerini okula dâvet edip, özel olarak görüşmek de faydalı olabilir.

Ebeveynler çocuğa

anlayışla yaklaşmalı

Aileler elbette ki çocuklarının başarılı olmasını isterler. Ancak anne-baba ile çocuğun beklentileri birbirinden farklıdır. Her çocuğun öğrenme, anlama seviyesi birbirinden farklıdır. Notlar ve karne değerlendirilirken çocuğun özellikleri, iç bakışı, sosyal ilişkileri, aile içi durumu da dikkate alınmalıdır. Başarılı öğrenciler, kendi iç disiplinlerini sağlarlar ve zorlama olmaksızın çalışırlar. Başarılı bir karne getiren çocuğa aile küçük bir ödül verebilir. Ancak bu ödül büyük maddi değer taşımamalı ve bir rüşvet halini almamalıdır. Çünkü çocuğa sürekli bir şeyler vaat etmek, onun çalışma disiplinini olumsuz etkileyebilir.

Çocukları birbiriyle kıyaslamamak çok önemlidir

Öğrenci başarısız ise, onu başka çocuklarla kıyaslamamak ve üzerine çok gitmemek gerekir. Çünkü çocuk, başkalarıyla kıyaslandığında hem o çocuğa hem de ailesine içten içe kin duyabilmektedir. En iyisi onu karşınıza alıp, başarısızlığının sebeplerini anlamaya çalışmaktır. Aile öğretmenlerle de görüşerek, ne yapmaları gerektiğini öğrenebilirler. Bazı aileler çocuklarına sürekli ders çalışma ya da dışarı çıkmama gibi cezalar vermektedir. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü her öğrenci dinlenmeyi ve eğlenmeyi hak eder. Eğer kardeşine bir ödül alıyorsanız, benzerinden ona da almak gerekir. Hediyesini verirken ileride ondan da başarı beklendiği vurgulanmalıdır. Aksi halde çocuk kardeşine de kin duyar ve kendisini dışlanmış hisseder. ‘Ceza vermek’ yerine programlı çalışma sistemi uygulanabilir. Öğretmen bu konuda ailenin bir program hazırlamasına yardımcı olabilir.

Başarısızlığın önemli sebepleri olabilir

Aile karnenin başarısız olduğunu görünce, bu karnenin kendilerini çok üzdüğünü ve çalışarak daha iyisini yapabileceğini ifade etmelidir. Unutmayalım ki başarısızlıkta; sosyal fobi, iletişimsizlik, dikkat eksikliği-hiperaktivite, disleksi, aile içi şiddet, okuma bozukluğu ve ruhsal bozuklukların etkisi olabilir. Buna benzer durumların olup olmadığının bir uzmanca incelenmesi gerekmektedir. Bütün öğrencilerin karnelerinin başarılarla süslenmesini temenni ediyoruz.

05.06.2007


Yaz ödevlerinin inanılmaz ağırlığı...

Çocukların yaz tatilini verimli biçimde geçirmesi çok önemlidir. Öğretmenler, yaz tatili verimliliğini arttırmak için çocuklara çeşitli ödevler verirler. Bazı öğretmenler bu ödevleri çok abartırken, bazıları da hiç ödev vermemeyi tercih etmektedir. En ideal olanı geniş zamana yayılabilen ve çok kapsamlı olmayan ödevlerdir. Her öğrencinin tatilde günlük tutması teşvik edilmelidir. Tatil boyunca birbirinden farklı olaylar yaşayan çocuklar, bunları günlüğe yazarak, kendilerini daha rahat ifade etmeye başlarlar. Duyguları gelişir ve yazarlığa olan ilgileri artar. Eğer öğrenciler günlük yazmayı bilmiyorlarsa, öğretmen hemen bir günlüğün nasıl hazırlanması gerektiğini uygulamalı olarak açıklamalıdır. Çocukların hikâye yazmaya teşvik edilmesi de onların çevreyi daha iyi gözlemlemesine ve empati (duygudaşlık) kurmasına yardımcı olur.

Kitap okuma ödevinin uygulanabilirliği daha çok öğrencilerin tercihine kalmıştır. Öğretmen ‘kitap okuyun’ demekle kalmamalı ve onların okuyabileceği kitapları araştırarak tavsiye etmelidir. Öğretmen bazen, çocuklardan okudukları kitapların özetini çıkarmalarını ister. Öğrenciler ise özet çıkarma işini adeta bir eziyet olarak görürler ve kitap okumaktan vazgeçerler. Farklı olarak, çocukların okudukları kitapları anlatmaları istenebilir. Çocuklar, okudukları olayları kendilerince yorumlayarak, ifade edebilirler. Öğretmen de öğrencilerin hayata bakışı, alışkanlıkları ve beklentilerini daha kolay fark edebilirler. Yaz tatili döneminde pek çok kuruluş geziler düzenlemekte, eğitim amaçlı yaz okulları açılmaktadır. Ailelerle görüşülürken bu okulların çocukların gelişiminde katkıları anlatılabilir.

Tatil döneminde ders çalışmak için, program yapmak gerekmektedir. Her bireyin hayata bakışı ve hayat tarzı farklı olduğundan, çalışma planının kişisel özellikler kazanmasına dikkat edilmelidir.

05.06.2007


Şirketler ‘e-eğitime’ öncelik veriyor

E-eğitim uygulamaları eğitim kurumlarının yanında şirketlerin de gözdesi haline geldi. Pek çok şirket çalışanlarına e-eğitim vermeye başladı. E-eğitim: Video, radyo, sinema, TV yayınına dayanan eğitim sistemlerinin, senkron veya asenkron olarak bilişim teknolojileri, sistemleri ve yöntemleriyle genelde ağ bağlantılı olarak yer ve zamandan bağımsız olarak etkileşimli yürütülen öğrenim şekli’ ifadesiyle tanımlanabilir. Bir başka deyişle e-eğitim; öğretmen ve öğrencinin aynı ortamda ve aynı anda bulunmalarına gerek kalmadan, İnternet teknolojileri (web tabanlı) aracılığı ile gerçekleştirilen uzaktan eğitim ve öğrenim faaliyetleridir.

Sağlık sektöründeki ve pazarlama alanındaki şirketler e-eğitim yapısını kendilerine uyarlayarak çalışanları eğitmeye başladılar. E-eğitim konusuna geçtiğimiz haftalarda geniş şekilde değinmiştik. Şirketleri e-eğitime (e-learning) sevk eden sebeplere kısaca değinelim: Holdingler, sigorta şirketleri, ulaşım şirketleri, haberleşme şirketleri ve büyük kurumlar zamanla bütün çalışanlarıyla yeterli iletişimi kuramamaya, onların eğitimini gerçekleştirememeye başlamışlardır. Bütün elemanları bir araya getirmek, eğitmen bulmak, ulaşım giderleri, ağırlama ve barınma masrafları, doğru zamanı seçmek, kırtasiye-eğitim materyallerinin masrafları, eğitim için doğru mekânların bulunması sıkıntı oluşturmaya başlamıştır. Bunun yanında iş kaybı, motivasyon düşüklüğü gözlenmektedir.

E-eğitim ile eğitmen, eğitim materyali, otel, eğitim salonu, eğitim süresi, seyahat, ikramlar vb. harcamalar en aza indirgenmektedir. Muhteva olarak bağıntılı konuların sistemde aynı anda bütün kullanıcılara verilmesi, eğitimin sürekli tekrarlanması ve tam olarak öğrenilebilmesini sağlamaktadır. Kursiyerlerin eğitmenle sürekli iletişim kurabilmesi sayesinde öğrenme tam olarak gerçekleşir. Raporlama sistemiyle, kursiyerlerin ders notları, gelişimleri, eğitimlerle ilgili yaklaşımları, öğrenim hızları takip edilebilir. Sistemdeki değişiklikler ve işleyiş biçimi, anında öğrencilere aktarılabilir. Raporlara, eğitim muhtevalarına ulaşmak ve dosyalama sistemleri oluşturmak kolaylaşmaktadır. Bütün bunlar e-eğitimi sistemin parlayan yıldızı haline getirmektedir.

[email protected]

Mustafa OĞUZ

05.06.2007


Duâ ettiğim için...

Baba-oğul balık tutmak için göle gitmiş. Oltayı göle atıp otele dönmüşler.

Bir saat sonra, oltaya balık takılıp takılmadığını görmek için göle gittikleri vakit, dört beş balığın takıldığını görmüşler. Çocuk, ‘Ben, balıkların oltaya takılacaklarını biliyordum’ demiş.

Babası sormuş: ‘Nereden biliyordun?’

Çocuk cevap vermiş, ‘Duâ ettim de onun için.’

Oltayı yeniden göle bırakıp yemek için otele gitmişler.

Yemekten sonra göle gittikleri vakit, yine birkaç balığın takıldığını görmüşler.

Çocuk, ‘Böyle olacağını ben biliyordum’ demiş.

Babası sormuş: ‘Nereden biliyordun?’ Çocuk, ‘Duâ ettim de onun için’ demiş. Baba-oğul oltayı tekrar göle atmışlar ve otele dönmüşler.

Yatmadan önce göle gidip baktıkları vakit, bu defa bir tek balığın bile oltaya takılmadığını görmüşler.

Çocuk, ‘Ben oltaya balık gelmeyeceğini biliyordum’ demiş. Babası sormuş:

‘Nereden biliyordun?’ Çocuk cevap vermiş, ‘Duâ etmedim de onun için’ demiş. Babası yine sormuş: ‘Peki niçin duâ etmedin?’ Çocuk şu cevabı vermiş: ‘Oltaya yem takmadığını hatırladım da onun için.’

05.06.2007


İnsan önce kendini değiştirmeli

Adam ağır ağır yatağından doğrularak elini yüzünü bir güzel yıkadı.

Günlerden pazardı. Bir güzel dinlenmek istiyordu adam. Kahvaltıdan sonra koltuğuna çekildi, gazetesini okumaya başladı.

Tam bu sırada oğlu yanına geldi; ‘Baba parka gitmeyecek miyiz?’ diye sordu. Baba, oğlundan nasıl kurtulacağını düşündü ve aklına gazetenin o gün verdiği promosyon harita geldi.

Harita yap-boz oyunuydu. ‘Al oğlum bu haritayı! Düzelt bana getir, seni parka götüreceğim’ dedi. Sonra düşündü baba, ‘Bu haritayı akşama kadar düzeltemez, ben de iyi bir dinlenirim.’ Fakat 10 dakika sonra çocuk babasına bağırdı, ‘Babacığım, babacığım bak haritayı düzelttim.

Artık parka gidebiliriz.’ ‘Nee!’ dedi babası, ‘Ama nasıl olur?’ ‘Çok kolay oldu baba’ dedi çocuk, ‘Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. Onu düzelttim, dünya kendiliğinden düzeldi.

05.06.2007


Okulda namaz kılanları jurnalleyen basın bakalım mezuniyet balolarını nasıl sunacak?

Okullar sezonu tamamlama hazırlığındalar. ÖSS ve OKS sınavlarına girecek son sınıf öğrencilerinin heyecan ve kaygı düzeyleri oldukça yükselirken, ara sınıflarsa tatil planları yapıyorlar şimdiden. Hatta bazı veliler yaz okullarıyla çocuklarını meşgul etmeyi düşünürken, ihtimal ki, gelecek yıllarını düşünüyorlar çocuklarının. Özellikle ÖSS sınavı sonrasında ve yine özellikle büyük illerimizin sosyete merkezli özel ya da devlet liselerinde mezuniyet balolarının hazırlığı bile başlamıştır çoktan.

Kendi yazdıkları “basın ve ahlâk ilkelerine” uymamayı ilke edinen bir takım basın organları, asparagas haberlerle toplumda yükselen çatışmacı ortama körükle üflüyorlar. AKP’ye siyasal düşmanlık yapacağım derken, dine, inanca ve namaz gibi bu toplumun en hassas damarına iğneyi batırıyorlar. Kim bilir “İnanç düşmanıyız biz, AKP bahane” türünden bir felsefeyi işleme sokmuşlardır belki de…

Şimdi mescit türü haberlerle bir yerleri kaşımaya çalışan ilkesiz medya, bakalım mezuniyet balolarını nasıl haber yapacak? Etek altı fotoğraf çekmeyi batılı tasvir ederek, allandırıp pullandırıp, sulandıran bu yazılı basının internet siteleri de neredeyse porno sitelere taş çıkartacak türden hani. Tahminim, balolarda dekolte giymiş kız öğrencileri orasından burasından resimleyip, haber niteliği var deyip foto galerilerinde sunacaklar bir bir. Ellerinde içki bardaklarıyla viski köpürten öğrencileri de örnek olsun diye sunacaklar utanmaksızın. Mescitte namaz kılan, ahlâkı ve terbiyesi yerinde, derslerinde çalışkan çocukları irtica diye nitele, ellerinde viski bardaklarıyla sarhoş olmuş sarmaş dolaş gençleri Türkiye’nin modern yüzü olarak sun; bu kadar da ucuz olmamalı bu ilkesiz medyanın yaptığı!

Okullarda mescit jurnalleyen gazeteler, bugünlerde, gazetelerde mezuniyet balosu giysileri üzerine Mayruk’ un, İpekçi’ nin dekolte önerilerini yayınlamakta geciktiler bile. Bu giysileri almaya gücü yetmeyen veliler ve çocuklar bunalımdan bunalıma sürüklenmeye hazırlansınlar! Söz konusu giysi önerilerini içeren haber, meselâ, mescitte namaz haberini manşetten veren Milliyet’in 5 Haziran 2005, 13 Aralık 2006 tarihli nüshasında yayınlandı. Her yıl olduğu gibi bu yılın haberi bu yazı hazırlanana kadar yayınlanmamıştı. Hürriyet de Milliyet’ten farklı değil elbet; patronları gibi haberleri de aynı. O da 6 Mayıs 2005 ve 2006 gibi her yıl yayınlanıyor. Diğer gazeteler de bundan faklı değiller. Bu balolar için kimileri okullarının salonlarını ve bahçelerini kullanırken, kimi öğrenci aileleri ise Hilton’lar, Sheraton’larda salon kiralıyorlar. Benim burada bu baloları düzenleyenlere bir lâfım yok. Vurgulamak istediğim, özgürlükse konu, balo düzenleyenler kadar okullarında ibadetini yapmak isteyen öğrencilere de fırsat verilmesinden başka bir şey değil. Ya da, namaz kılmayan arkadaşlarını rahatsız etmeden, okulun kuytu köşelerinde, izbe bodrumlarında ibadetini uygulayan, sigaradan, uyuşturucudan ve çeteleşmelerden uzak duran masum gençleri bir terörist gibi, suçlu gibi lanse etmenin basın ahlâk yasası açısından yüz karası olduğunu haykırmak istiyorum.

Okullarda namaz kılmak suç değildir. 1977 yılında zamanın Millî Eğitim Bakanı Nahit Menteşe tarafından yayınlanan yönetmeliğe göre, okullarda namaz kılmak, ibadet etmek serbesttir. Demek ki, Türkiye inanç ve inancın uygulanması özgürlüğünde 30 yıl öncesinden daha kötü bir durumda. Haberin yayınlanması üzerine hemen soruşturma başlatan Millî Eğitim Bakanlığı ve dolayısıyla Bakan Hüseyin Çelik, o dönemin Bakanı Sayın Nahit Menteşe’den demokratlıkta 30 yıl; AKP de benzer adını taşıdığı Adalet Partisinden inanç özgürlüğünün icra edilmesi ve inanç özgürlüğüne ortam hazırlama açısından 30 yıl geride nal topluyor. Sayın Menteşe’nin Bakanlık döneminde İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci olan Bakan Hüseyin Çelik mi demokrat, Sayın Menteşe mi?

Sayın Çelik ve bir din dersi öğretmeni olan İstanbul Millî Eğitim Müdürü Sayın Ata Özer, soruşturma başlatacaklarına ve soruşturma sonunda da basını uyutarak unutturma politikası güdeceklerine, Sayın Menteşe gibi bir yönetmelik hazırlayıp merdane namazı savunsalar ya! Sakın bana kızmayın; tabiî ki bu zevatın ve hatta AKP iktidarının bunu yapamayacaklarını biliyorum. Bunu din savunuculuğu kökenli AKP gibi kendini savunma pozisyonunda bırakılıp baskı altında tutulan bir parti değil, kökleri de kendisi de, adı da “Demokrat” olan gerçek Demokratlar ve Ahrarlar yapabilir. İnanmazsanız bir deneyin!

B. Sait ÇİFTÇİ

05.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004