Biz insanların en çok aldandığı durumlar dünyanın geçici güzellikleridir. Dünyaya yönelik bir menfaat söz konusu olduğu zaman hemen harekete geçer, bütün enerjimizi bu dünyalığı kazanmak için harcarız. İşte imtihanımızın en şiddetli yönü budur.
Dünyayı sevmek, dünyada ebedî kalacakmışız vehmine kapılmak, dünyanın makam ve mevkilerine dört elle sarılmak ve bütün bunların neticesinde olabildiğince ölümü ve ölümden sonraki hayatı unutmak bizim en büyük handikapımızdır.
Oysa bizler dünya hayatının bir oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu bilmekteyiz. “Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan” şeklindeki Yunusvarî ifadeler, dünyanın ve dünyevî değerlerin gerçek mahiyetini güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Buna rağmen yalanların peşinden gitmek, doğrularla yüzleşmekten kaçınmak ne kadar büyük kayıptır...
Dünyaya yanaştıkça, dünyaya değer verdikçe hayatımızın çekilmez hale geldiğini çok iyi bildiğimiz halde, kendimizi insanı rahatlatan Allah’ın varlığı duygusuna yaklaştırma haletlerimiz oldukça az olmaktadır. Zihnimizi körelten kirli bilgiler, kafamızı aydınlatacak İlâhî aydınlıklardan bizi mahrum bırakmaktadır.
Böyle delice dünyaya bağlanmalar bütün problemlerimizin başıdır. Bir şeye olduğundan fazla değer verirsek, onu değersizleştirir, kendimize de yazık etmiş oluruz. Neye ne kadar değer vermemiz gerektiği noktasındaki hesaplamalarımız yetersiz bir seyir takip etmektedir ne yazık ki...
Öyle görünüyor ki hesap ilminden sınıfta kalacağız. Çünkü hesabı kullanmamız gereken yerleri ihmal etmekte, hesap ilminin bir değer ifade etmediği alanlarda at koşturmaktayız.
Bütün ihtişamına rağmen dünya hayatının neticede bir yerde son bulacağını biliyoruz. Bu insanın başını döndüren parıltıların neticesinde karanlıkların var olduğunu da biliyoruz.
Ebedî yaşama duygumuzun bu dünya hayatına yönelik değerler tarafından tatmin edilemeyeceğini de gayet iyi bilmekteyiz. Bütün bunları biliyoruz, ama yine de kendimizi dünyanın cazibesinden kurtaramıyoruz.
Aslında acınacak çok hallerimiz vardır. Boşuna yaşanan ve ebedî hayata yönelik bir kazanımı olmayan her anımız zaman israfı sınırları içinde değerlendirilebilir. Fakir, yoksul olanların israfçı davranması nasıl acınacak durumda olan bir insan manzarasını ortaya koyuyorsa, aynen bunun gibi bir saniyesi bile boş geçirilmemesi gereken zaman emanetini boşa harcamak ondan çok daha fazla acınacak bir duruma insanı sokar.
Boşa geçen ve ebedî hayat için değerlendirilmeyen her ânımız büyük kayıptır. Hele ebedî hayatın kazanılması için harcanmayan zamanın tersi bir kullanımla emanet sahibinin rızası dışında kullanılması çok daha büyük bir kayıptır. Hem elindeki malı ticaret için kullanmamak, hem de bu malın ebedî şekavete sürükletecek bir yolda harcamak adeta bir cinayettir insanoğlu için.
Dünyevî değerlerin fitnelere azamî bir oranda sebep olduğu bir zamanın insanı olmak kolay değildir. “Dünyayı kesben değil kalben terk etmek” ekseninde hayatı sürdürmek büyük bir insanî çabayı gerektirmektedir. Burada durup düşünmemiz ve bu gerçekleri hayatımıza geçirip geçirmediğimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Dünyaya çalışırken bile, Rabb-i Rahim’i unutmamakla, Resûl-i Ekrem’in (asm) aydınlık âlemlere götüren izini takip etmekle dünyanın gerçek anlamını hayatımıza geçirilebiliriz. Yoksa hem dünyada, hem de ahirette zararda olmaktan insanın kendini kurtarması oldukça zor olacaktır.
Dünyanın zahiren çok parlak ve çekici görünen, ama aslında sonları karanlık olan değerleri yerine, bizler sonsuz bir âlemde huzur kazandıracak değerlere ulaşmadığımıza yanalım. Dünyanın bütün ihtişamı ancak mezara kadar insana arkadaşlık edebilir. Halbuki bizler gayet iyi biliyoruz ki, asıl olan mezardan sonraki yolumuzu aydınlatacak arkadaşlıklar ve özlemlerdir.
05.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|