Namaz, insanlık âlemi adına ve o âlemin en şereflisinin (asm) yaşadığı zirve nokta olan Mi’rac’ın en güzel meyvesidir. Aynı Mi’rac duygusunun her fert tarafından tekrar yaşanmasına imkân veren bir kapı olarak Rabbimiz tarafından bizlere hediye edilmiştir. Bu belki de hayatımızda aldığımız en büyük hediyedir. İnsanlığımızın ve kulluğumuzun kemal noktasıdır. Bu bir tercih veya siyasî eğilim şeklinde fertlerin algısına sınırlı kalabilecek bir hakikat olamaz ve bu zeminde ele alınamaz. Âlemlerin Rabbi tarafından âlemlere rahmet olarak gönderilen zat (asm) vasıtası ile günde beş kez huzuruna çağıran ve üst düzey görüşme imkânı veren bu İlâhî hediyeye dil uzatmak en büyük edepsizliktir.
Bir insanın hayatındaki en önemli eğitim, kendini ve varlığı tanımlama eğitimi olmalıdır. Bunun da en sağlam zemini kulluktur. Bu anlamda bir ibadethanenin en çok yakışacağı yerlerden biri okuldur. Okulda mescit tartışmaları sırasında namaz kılmak nedeni ile okuldan atılışımızı hatırladım: 1979 yılında büyük hayallerle, üniformanın sembolize ettiği asil ve necib bir milletin, fertleri Peygamberimizin (asm) adı ile anılan tek kurum olan ve “peygamber ocağı” olarak bildiğimiz bir kuruma, orta okulu bitirmiş bir gencin hayalleri, idealleri, vatan ve millet aşkı ve toplumsal psikolojimizin derinliklerinde önemli bir yer tuttuğuna inandığım şehadet arzusu ile adım atmıştık. O yıllarda benim için üniforma giymek, dünyevî anlamda ulaşılabilecek en büyük noktaydı. Üniforma, bu vatan ve onun mayasını teşkil eden din, bayrak, şeref, haysiyet gibi değerler uğruna canını feda etme talep ve arzusunu dile getiren ve bu uğurda kanını akıtmış, canını ortaya koymuş ve bunu “Allah! Allah!” nidaları ile dinî bir ruh dokusu içinde hayata geçirmiş bir millete mensubiyetin gururunu sembolize eden farklı bir elbiseydi. Ona kavuşabilmek için on dört yaş psikolojisinin verdiği hayal ve arzuların çok güçlü olmasının da etkisiyle geceleri saatlerce Rahmanü’r-Rahim’e yalvardığımı hatırlıyorum. O da duâlarımızın karşılığını verdi ve Deniz Lisesi talebesi olarak üniformaya kavuştuk.
Bir taraftan bu nimeti ihsan edene şükrümüzü yerine getirmek, diğer taraftan her yönüyle iyi yetişmiş bir Türk subayı olmak arzusu ile benim duygu âlemime yakın bulduğum on civarında arkadaş hem okulun yoğun programı içinde namaz kılıyor, hem de ders ve disiplin durumumuzu en üst düzeyde tutmaya gayret ediyorduk. Nitekim, ben Deniz Lisesi’ni birincilikle bitirdim ve ilk on kişi arasında namaz kılan en az üç kişi vardı. Sınıf arkadaşlarımız ve komutanlarımız, öğretmenlerimiz ile gayet uyum içinde, geleceğe umutla bakan, donanmamızı teknik açıdan en üst düzeylere çıkaracak bilgi birikimi ile kendimizi yetiştirmeye gayret ediyorduk.
Deniz Harp Okulu’nda Elektrik-Elektronik branşına seçilmiştik. Üniforma sevgisini dinî ve millî duyguların mezcinden hasıl olan bir ruh haline dayandırmış ve şu an üniforma ile olan bağından koparılmış bir başka arkadaşımla istirahat için ayrılan vakitleri bile laboratuvarda geçiriyor ve kendi üretimimiz olabilecek bir güdümlü füze üzerinde çalışıyorduk. Bu çalışmalarımızda o dönemde binbaşı olan ve Deniz Harp Okulu’nu derece ile bitirmiş başarılı bir elektronikçi, Kayıhan Elitaş öncülük ediyordu. Kısacası, okulun bütün kurallarına belki herkesten fazla uymaya çalışan, ders ve disiplin durumu ile bütün âmirlerinin takdirini yazılı ve sözlü şekilde kazanmış, Deniz Kuvvetleri ve Türk milletinin geleceği için büyük hayalleri ve bu uğurda gayretleri olan gençlerdik. Bütün bunların yanında şartların elverdiği ölçüde kulluk vazifelerimizi yerine getirmeye çalışıyorduk.
Bizler, “Namaz kılmayı alışkanlık haline getirmek, Said Nursî’nin kitaplarını okumak, başkalarına dinî telkinde bulunmak” suçlamaları ile ordudan ihraç edildik. Benim en çok kanıma dokunan ise, yarasa ruhluların bir memnuniyet ifadesi olarak “Orduda Temizlik!” manşetini atmaları oldu. Bizler hiç bir zaman “pislik” olmadık ve olmayacağız. Namaz kılmak hayatımızda daha fazla vatan sevgisine, daha fazla insan sevgisine, dürüstlük noktasında çok daha hassas olmaya, yetim hakkı gözetmeye yol açtı. Bunun dışında en ufak bir olumsuz etkisi olmadı. Herkes önce kendi âyinesini temizlesin ve senelerdir süren anlamsız kavgaları bir yana bırakıp şu vatanın selâmeti ve bu asil milletin tekrar necabetini kazanması için birlikte, omuz omuza, gecemizi gündüzümüze katarak gayret gösterelim.
Okulda mescide dil uzatmak Kara Harp Okulu’nun, Tuzla Piyade Okulu gibi pek çok askerî eğitim kurumunun camilerine ve Heybeliada Deniz Harp Okulu’nun cumhuriyet dönemine ait fotoğraflarında cephesinde bütün ihtişamı ile arz-ı endam eden camiine dil uzatmaktır. Yine Amerika’da bire bir örnek alınan Anapolis’te kilise olması sebebi ile Tuzla Deniz Harp Okulu’nun ilk planında cami yeri de planlanması cami ve okul bağlantısında memleketimizin durumu açısından manidardır.
1993 yılında Psikiyatri stajı için İngiltere’ye gitmiştik. Her yerde cami bulmak mümkün olmadığı için cebimizde taşıdığımız seccadeyi uygun bir yere serip üç arkadaş metroda, otogarda, hava alanında ve hatta ihtiyaç halinde caddelerde namaz kıldık. Dil uzatan ve ters bakan hiç kimse olmadı. Muasır medeniyet seviyesinden dem vurup da okulda namaz ve mescide tahammül edemeyenlerin din ve vicdan hürriyeti açısından ne ölçüde gabi ve kimliksiz oldukları bu örneklerle daha net ortaya çıkmaktadır. Yine İngiltere’de bizi evinde ağırlayan ateist bir bayanın namaz vakti gelince Müslüman misafirler için evinde hazır bulundurduğu seccadeyi sermesi, kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş, namazından aldığı manevi güç ile bu toprakları kanı ile sulayan ve hürriyetini, kimliğini feda etmeyen atalarını hazmedemeyenlerin alması gereken en büyük medeniyet dersi olmalı.
04.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|