Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Mûsa kendilerine mucizelerimizi getirdiğinde onlar buna güldüler.

Zuhruf Sûresi: 47

04.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 179

04.06.2007


Namaza ekmek, su, hava gibi muhtacız

Birinci İkaz

Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem fâidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.

İkinci İkaz

Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?

Mâdem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdâsı, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtîfe-i Rabbâniyemin hava-i nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.

Evet, nihayetsiz teessürât ve elemlere mâruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevdâ bir kalbin kùt ve kuvveti, herşeye kadir bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.

Evet, şu fânî dünyada kemâl-i sür’atle vâveylâ-i firâkı koparan giden ekser mevcudâtla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Ma’bud-u Bâkînin, bir Mahbub-u Sermedînin çeşme-i rahmetine, namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.

Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir lâtîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.

Sözler, 21. Söz, s. 243

Lügatçe:

bedbaht: Kötü talihli.

kat’î: Kesin.

tevehhüm-ü ebediyet: Ebedî zannetme, sonsuz yaşama zannı.

hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat.

şikemperver: Mideye düşkün.

tekerrür: Tekrarlanma.

telezzüz: Lezzetlenme.

hâne-i cism: Cisim evi, beden.

âb-ı hayat: Hayat suyu.

lâtîfe-i Rabbâniye: Allah’ın yalnız kendi sevgisi için yarattığı kalbe bağlı ince bir duygu.

hava-i nesîmi: Hafif ve hoş esen rüzgâr, hava.

cezb: Çekme.

celb: Kendi tarafına çekmek, götürmek.

teessürât: Üzüntüler, teessürler.

telezzüzât: Lezzetlenmeler.

pürsevdâ: Sevda dolu.

kùt: Azık, gıda, rızık.

Rahîm-i Kerîm: İkram ve merhamet sahibi Allah.

kemâl-i sür’at: Tam bir sür'at.

vâveylâ-i firâk: Ayrılık çığlıkları.

Ma’bud-u Bâkî: Her varlığın kendisine ibadet ettiği, varlığı sonsuz olan Allah.

Mahbub-u Sermedî: Varlığı sonsuz olan ve ebediyen sevgiye lâyık olan Allah.

fıtraten: Yaratılışça.

ebed: Sonsuzluk.

zîşuur: Şuur sahibi.

sırr-ı insanî: İnsana ait sır.

zînur: Nur sahibi.

lâtîfe-i Rabbâniye: Allah’ın yalnız kendi sevgisi için yarattığı, kalbe bağlı bir duygu.

zulümâtlı: Karanlıklı.

ahvâl-i dünyeviye: Dünyevî haller.

04.06.2007


Küresel duâ

Ne zamandır toprak ve bitkiler susuzdu. Zaman zaman az miktarda kısa süreli yağışlar olmuştu ama bu onların susuzluğuna kâfi gelmemişti. Bu düşüncelerle eve dönerken ağaçların gölgelediği yolu tercih etmiştim. Hava öyle sıcaktı ki, yağmur yağsa da hiçbir yere sığınmadan, kaçmadan öylece altında ıslansam diyordum. Ağaçlar da hafif hafif salınarak duâ ediyorlardı. Kiminin yapraklarına dokundum şefkatle, kiminin gövdesine. Güneşin sıcaklığı ile iyice ısınmışlardı. Belli ki suya ihtiyaçları vardı. Bir parça üzüntü duydum. Bizim hatalarımızdan dolayı bitkiler ve hayvanlar da zarar görüyor diye düşündüm. Zira küresel ısınmada onların hiçbir suçu yoktu. İçimden “Allah’ım ne olur bizim yüzümüzden bu masumları da susuz bırakma” dedim.

Eve yaklaştığımda gök gürültüleri ve bulutların arkasına gizlenen güneş, yağmurun yağacağını haber veriyordu. Sonra ilk damlayı yüzümde hissettim. İkinci, üçüncü derken sıklaşan damlalarla sevince boğuldum. Eve girdiğimde hemen penceremin önüne koştum. Yağmur gittikçe hızlanmış, âdeta bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Sokaklardan mazgallara doğru seller akıyordu. Hayatım boyunca bu kadar şiddetli yağmura şahit olmamıştım.

Allah’ın hazinesi öyle geniş ve sınırsızdı ki, bizim ihtiyaç duyduğumuz her şey fazlasıyla O’nda mevcuttu. Biz ise fakirliğimize ve acizliğimize rağmen çoğu zaman o sonsuz zenginlik sahibinden istemeyi unutuyorduk. O vermese bir damla suyu dahi gökten indirmeye gücümüz yeter miydi? Hem “Duâ edin, cevap vereyim” demiyor muydu? Bir kul “Ya Rabbi” dediğinde “Buyur ya kulum!” diyordu. “Ben kuluma şah damarından daha yakınım” derken Kendini bize en yakın muhatap kılıyordu.

Zerrelerden gezegenlere her varlığın duâsını kabul eden, seslerini işiten, ihtiyaçlarını gözeten ve zamanında veren O’ydu. Bir karıncanın midesinin duâsını işiten ve ona en güzel şekilde cevap veren, ihtiyacını karşılayan Yaratıcımız nasıl olur da kâinatın en şerefli mahlûku olan insanın duâsını işitmez? Kâinatı ve içindekileri insanın hizmetine sunan Hâlıkımız, kalbimizden geçen en gizli arzularımızı dahi bilir, en ince ihtiyaçlarımızı dahi görür, en küçük fısıltılarımızı dahi işitir. Eğer yeteri kadar duâ etmiyorsak, her ihtiyacımızı Ondan istemiyorsak, Onun bu kudretini itham etmiş olmaz mıyız?

Duâ etmek, atomlardan yıldızlara, bitkilerden hayvanlara kadar bütün mahlûkat ile aramızda evrensel bir dildir. Zira bütün varlıklar duâ ediyor. Çiçekler duâ ediyor, böcekler duâ ediyor. Kuşlar duâ ediyor, ağaçlar duâ ediyor. Tohumlar duâ ediyor, rüzgârlar duâ ediyor. Bulutlar duâ ediyor, dağlar dua ediyor. Aklınıza ne gelirse, gördüğümüz ve göremediğimiz ne varsa dua ediyor.

Kâinat böyle büyük bir dua birliği içinde birbirlerine destek olarak en küçüğünden en büyüğüne kadar maksatlarına ulaşıyorlar. Birinin duası diğerini de etkiliyor. Çekirdeğin duâsı ağacı, ağacın duâsı havayı etkiliyor. Kâinatta her varlığın birbirini etkileyen duâsı ve hepsinin birbiri ile bir irtibatı var. Bu duâ silsilesi ile aralarında mükemmel bir dayanışma ve denge sağlanıyor. Bunlardan biri duâsını yapmasa veya unutacak olsa bu dengeye zarar vermiş olmaz mı? Olurdu elbette ancak onlardan hiçbiri duâ etmeyi unutmadı. Ama biz unuttuk. Kaynaklarımızı israf ederken, yeteri kadar kullanıp şükrünü eda etmeyi unuttuk. Belki çoğumuz ömründe bir ağaç dikmediği gibi, yeşil alanların azalmasında etkin rol oynadı. “Tek ben miyim sanki” diyerek verdiğimiz zararları görmezden geldik. Ta ki küresel felâketler kapımızın eşiğine gelinceye kadar. Neyse ki son yıllarda bütün ülkeler mavi küremizi korumaya yönelik tedbirler almaktalar. İnsanlarda bu bilincin uyanması çok güzel bir gelişme.

Dünyamızı korumaya yönelik çalışmalarda bütün dünya insanlarıyla birlik olduğumuz gibi duâda da birlik olmalıyız. Etnik kökeni, rengi, dili, dini ne olursa olsun her insan, bütün varlıklarla ortak paydamız olan duâ birliğine dâhil olmalıdır. Bu çalışmanın adına da “küresel duâ” diyebiliriz. Böylece hem fiilen hem de lisanen çalışarak dünyamızı felâketlerden koruyabiliriz.

[email protected]

Mehtap YILDIRIM

04.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004