Namaza ekmek, su, hava gibi muhtacız
Birinci İkaz
Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?
Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem fâidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.
İkinci İkaz
Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?
Mâdem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdâsı, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtîfe-i Rabbâniyemin hava-i nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.
Evet, nihayetsiz teessürât ve elemlere mâruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevdâ bir kalbin kùt ve kuvveti, herşeye kadir bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
Evet, şu fânî dünyada kemâl-i sür’atle vâveylâ-i firâkı koparan giden ekser mevcudâtla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Ma’bud-u Bâkînin, bir Mahbub-u Sermedînin çeşme-i rahmetine, namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir lâtîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
Sözler, 21. Söz, s. 243
Lügatçe:
bedbaht: Kötü talihli.
kat’î: Kesin.
tevehhüm-ü ebediyet: Ebedî zannetme, sonsuz yaşama zannı.
hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat.
şikemperver: Mideye düşkün.
tekerrür: Tekrarlanma.
telezzüz: Lezzetlenme.
hâne-i cism: Cisim evi, beden.
âb-ı hayat: Hayat suyu.
lâtîfe-i Rabbâniye: Allah’ın yalnız kendi sevgisi için yarattığı kalbe bağlı ince bir duygu.
hava-i nesîmi: Hafif ve hoş esen rüzgâr, hava.
cezb: Çekme.
celb: Kendi tarafına çekmek, götürmek.
teessürât: Üzüntüler, teessürler.
telezzüzât: Lezzetlenmeler.
pürsevdâ: Sevda dolu.
kùt: Azık, gıda, rızık.
Rahîm-i Kerîm: İkram ve merhamet sahibi Allah.
kemâl-i sür’at: Tam bir sür'at.
vâveylâ-i firâk: Ayrılık çığlıkları.
Ma’bud-u Bâkî: Her varlığın kendisine ibadet ettiği, varlığı sonsuz olan Allah.
Mahbub-u Sermedî: Varlığı sonsuz olan ve ebediyen sevgiye lâyık olan Allah.
fıtraten: Yaratılışça.
ebed: Sonsuzluk.
zîşuur: Şuur sahibi.
sırr-ı insanî: İnsana ait sır.
zînur: Nur sahibi.
lâtîfe-i Rabbâniye: Allah’ın yalnız kendi sevgisi için yarattığı, kalbe bağlı bir duygu.
zulümâtlı: Karanlıklı.
ahvâl-i dünyeviye: Dünyevî haller.
|