|
|
Hoş geldin Türkçe
Geçtiğimiz hafta Türkiye’mizde, Türkçemiz adına sevindirici, gurur verici güzel bir tablo yaşandı. Dünyanın farklı ülkelerinden gelen yabancı uyruklu gençler, Türk dilini daha iyi konuşmak için yarıştılar. Kimisi bir zamanlar Osmanlı’nın hakim olduğu yerlerden gelmişti. Şimdi yine aynı çatı altında bu vesileyle buluştuk onlarla. Bu yıl 5. si düzenlenen Türkçe olimpiyatlarının önemi bizler için çok büyük. Düşünsenize kilometrelerce uzaktaki hiç tanımadığımız insanlar Türkçe konuşuyor, Türk kültür ve geleneklerini biliyor. Bizim kültürümüzden biri olup çıkıyorlar gözlerimizin önüne. Bu tablo gurur verici bir tablo tabiî ki.
Dil, bir milletin kültürüdür, aslıdır. Türkçede bizi anlatan, yansıtan güzel dilimizdir. Fakat maalesef günümüzde Türkçemiz, yabancılaşma özentisi içinde olanların etkisi altında kalıyor. Meselâ sokakta çoğu dükkân, alış veriş merkezlerinin isimlerinin yabancı olması, Türkçe ile yabancı bir dilin karışımı yapılarak; ne olduğu belirsiz kelimelerin ortaya çıkması, TV’nin dilimize olumsuz etkileri de hakeza. Teknoloji’ de etkiledi dilimizi olumsuz yönde. Buna en çok internet ve cep telefonlarından yapılan iletişimde kullanılan kısaltmaları örnek verebiliriz. Bu organizasyon, Türkçeyi nasıl konuşuyoruz acaba sorusunu zihinlere getirdi.
Geçtiğimiz günlerde de biz de bu gençlerin Bursa’daki programına katılma fırsatı bulduk biiznillah. Fildişi Sahillerinden tutun da Vietnam’a, Kosova’ya, Amerika’ya kadar pek çok ülkeden gelen Türkiye sevdalısı, bizim gibi Türkçe konuşan gençlerin kalplerindeki sevgiyi görmek hiçte zor değildi. Laos’tan gelen çocukların İstiklâl Marşını okuması ile başlayan programda, Fildişili Ebubekirin “Yeyom yeyom doyamayom doktor bey” adlı şiiri şiveyle okuması izleyicileri gülümsetirken, Kosovalı evlâd-ı Fatiha’nın “Ben öğretmen olmak istiyorum”şiiri, Sudanlı çocuğun Peygamberimize yazılmış şiiri okuması duygusal anlar yaşattı izleyiciye.
Aslında işin başında bu çocuklarla konuşma fırsatı bulursam onlarla dil konusunda nasıl anlaşacağımı düşünmüyor değildim. Fakat sonra birden aklıma geldi ki uzak diyarlardan gelen bu çocuklar zaten Türkçe konuşuyor. İletişimde bir sıkıntı olmaz, deyip gülüyorum. Programda yanımda oturan Bosnalı kardeşlerime bakıyorum da bizden izler görüyorum. Gülümseyen gözleri, güzel kalplerinden haber veriyor. Türkçe konuşuyoruz, birbirimizi anlıyoruz.
Bu organizasyon sayesinde sırf dil yönünden mi olumlu gelişmeler oldu? Tabiî ki hayır. Ülkemiz ve ülkemizdeki güzellikler dünyaya tanıtılıyor. Türk insanının ne kadar sevgi dolu, barış gönüllü, şefkat dolu bir yüreği olduğunu bütün dünya yakından görmüş oluyor. Ülkemizi, insanımıza tanıtmak adına bu tür faydalı programlar yapılmalı diye düşünüyorum.
Türkçemize yeniden merhaba demenin vaktidir. Zira yapılan bu Türkçe olimpiyatı bunu bize gayet başarılı bir şekilde gösterdi. Bu olimpiyat sayesinde ismi yabancı olan bazı kuruluşlar dahi isimlerini Türkçe yaptılar.
Türkçeye kendi ülkelerinde bir “hoş geldin” diyor bu gençler. İyi ki geldin diyor. Dünyanın pek çok yerinde Türkçe konuşuluyor. Türkçe, dünya dili olma yolunda gayet başarılı adımlar atıyor. Türkiye’mizi de bütün dünya tanımış oluyor. Şimdi hoş geldin sırası bizde “Hoş geldin Türkçe” diyelim. Türkçeyi Türkçe konuşalım. Yani doğru konuşalım doğru yazalım.
[email protected]
|
Fatma ALTUNER
09.06.2007
|
|
Gül bahçesi
Yaldızlı gecelerin bağrında sabaha eren gün; şimdi bana gül bahçesinde olma hissini ver. Bugün gül bahçesinde olayım. Diğer günlere nazaran. Bu bahçede yaban güller de var; ne olur bugüne has, bana ve yüreğime batmasın. Hayata dair karmaşalar çok, bir minval üzere gitmiyor düşüncelerim, karışık ve dörtnala dağılmış hükmünde. Bugün sadece onlardan sıyrılmak istiyorum. Abesle iştigal olmayacak şüphesiz. İklim aynı, ama gün farklı olsun. Dünün meşgale ve düşünceleri, dünde kalsın. Gün; bugün beni gül bahçesine dâvet et. Gözüm güzelliğiyle mest olsun. Kulaklarım kuşların şakırdamasıyla, zikir nağmelerinde bir beste dinlesin. Ciğerlerim daha önce bayram etmediği kadar güzel kokulardan kendinden geçsin. Güle uzanırken elim, kazayla da olsa dikene batmasın. Kanın rengini bile bugün görmek nasip olmasın.
Ey gün! En münzevî anlarıma, seyir yerinden geçen bir cadde olsun. Bugün de güllerin fanusta kokusunu vermeyen çiçeklere dönüşmesin. O caddede yürürken, feyizyâbın nârında bir oh çekeyim. Bilmüşâhade yaşayarak ve hissederek. İstismar olunmuş yıllara inat; bugün güzel bir hatimeyle neticelensin. Gündüz kendini bırakırken gecenin bağrına; çehreye tebessüm, dile şükür, göze mânâ bırakarak gitsin. Bugünün lehçesi ne olursa olsun: adı gül bahçesi olsun. Devr-i daim olarak yarınlar bugüne uğrasın. Bin feveranların fetretinde, bitamâm olmayan bostanında; dikenlerin cenahı her daim batmasın. Dikenin yerine güle ehlen ve sehlen diyelim. Özlediğimizin habercisi olarak, bu diyarların kafilesinin bikarar olmadığını göstersin; her zaman gül bahçesi sunabilir. Ben bugünü isteyerek aslında yarınlardan da arz-ı talep eyledim. Yarınlarda böyle olsun diye. Haydi gün, yarınlara kemerbestlik et. Sana olan ittibasından dolayı her gün gül bahçesi olabilir.
Gül bahçesine dönüşmeyen günler zahirperestin acımasızlığın da, çıldırtan öfkesinde avaz avaz bağırmakta. Her gün faniliğin işareti sunarken, meftun olunan güzellik bu muydu?! Yakan ve divane eden. Kirpiğine boyanan al sürmeli bakışı bu muydu? Tam ülfete alışmışken, gül bahçesi sadefin içinde mercanını gösterdin. Bunun farkına varmak. İşte şimdi işgal edilmiş bir toprağın bağrına dökülen kanlar kadar ağıda hazırım; çünkü bu ağıt boşuna olmayacaktır. Harabeye uğrayan bir ülke de ne gasp edilmişse, kahredici olacaktır. Ecnebi eline düşüp esaretin kalın prangaları ruhunun derinliklerinde hissetmek. Sanki ince ince cendereye sıkılıp, meçhule karışarak, kara bir toprak parçasında kendini bulmak. Azgın suların pençesinde olmanın hissini uyandıran bu vakıa. Ne elem ne ruhsal çöküntü ne de yıkılış kadar amansız olamaz. Kınalı ellerin toprağı deşeleyip şehide yer vermesi. Ne ekilen bir tarla ne de adım atılan bir kaldırım yok. Koskoca bir yenilgi ve istikbaliyetin korkusu vardır. Kader zembereğin de kazaya düşmüştür yaşananlar. Ve bu ağıt gül bahçesine merhaba demek için arzu ve isteklerle donatılmış. Ülfet perdesi artık yırtılmışken: beklenen sabah vuslatlara gebe olacaktır.
Leylî gecelerin yası var sende ey gün! Garipliğin öfkesi yumruk olup sana vurulur. Bir kere yalancı aynalara mahpus olunmuşken, kör kuyuda can aramak nerede? Paramparça olunmuş ukdelerin, çözülmüş günlerine bir müjde olması için; bugün gül bahçesi olsun. İşte bunlardan nasibini alan hayat, bana gül bahçesinde olma hissini ver. Ne gösterişten bir iz, ne de yalan dünyanın nazı olsun. Her gün hayatın mesnevisini okurken, bugün farklı olsun. Savaş olmasın kin, öfke, sıra dışı hayatlar, yalancılık adına bütün menfi olan her şer gül bahçesinde alacağım nefese dahil olmasın. Miskal kadar hissetmeyeyim. Bugün müsbet adına ne varsa, tel dikenlere rağmen kuşanayım. Aynelyakin bir halde vecdeye gelerek. Cennete olmuşçasına. Yitirme korkusunun karabasanları çökmeden. Bana bugün, gül bahçesinde olma hazzının ahestelinde bir göz kırpmasını sun.
[email protected]
|
Fadime KAYA
09.06.2007
|
|
Zafere çiçekli yoldan yürümek
İnsan güzel görmeyi, güzel düşünmeyi, mutlu olmayı arzular. Hayatının her anının dahi güzellikler ile dolu olmasını istediği gibi, güzelliğin zıddı olan çirkinliklerin de hayatında bir yer işgal etmesini istemez. Oysaki hayatımızın büyük bir bölümü sıkıntılar, mutsuzluklar, çirkinlikler ile geçmektedir. Aklımız, gönlümüz güzellikleri arzulasa da, zaman zaman yaptığımız işler fena / çirkin sonuçlar doğurmaktadır.
Aslında güzeli güzelleştiren çirkinin çirkinliğidir. Her şey zıddı ile bilinir ya. Kim bilir belki de ışık olmasaydı karanlığın kıymeti bilinmeyecek, sıcak olmasaydı soğuğun derecesi hissedilmeyecek, çirkinlik olmasaydı güzellik bir anlam ifade etmeyecekti. Gerek kokusu ile gerek yaprağının nazeninliği ile gerek rengi ile olsun sevginin dili olmuştur gül. Kimi zaman Anneler Gününde annemize olan sevgimizi, kimi zaman Öğretmenler Gününde öğretmenimize olan saygı ve sevgimizi, kimi zaman da âşık olduğumuz bir arkadaşa olan hasretimizi bir “gül” ile dile getirmişizdir. Ama her zaman sevginin dili olmuştur gül. Karşılıksız sevgi; güle kavuşmak için dikenleri avuçlayabilmektir, gül uğrunda kan dökebilmektir, canını acıtsa da dikenler, güle kavuşunca yüreğinde mutluluğu hissetmektir. Bundan olsa gerek, sapında dikenlerin olduğu bir gül, her zaman dikensiz bir güle tercih edilmiştir.
Bu sosyal hayat içinde öyledir. Sıkıntı çekerek bir mevki sahibi olan, birilerinin referansı ile bir yerlere gelenden daima daha mutlu, daha yardımsever olmuştur. Hem dikene katlanmadan gülü elde etmek mümkün olmadığı gibi sıkıntılara maruz kalınmadan da başarının elde edilmesi muhaldir. Onlarca kişinin canına zarar vermek için kendi canına kıymak gibi bir sıkıntıya(!) katlanan olunuyorsa (Anafartalar Çarşısı önünde olduğu gibi); birey olarak başarıyı, mutluluğu, huzuru, hem ülke adına hem toplum adına daha genel mânâda insanlık adına sıkıntı çekilmesi gerektiği, bazı fedakârlıklarda bulunulması, birlik ve beraberliği simge haline getirecek davranış ve tutumlar içerisine girilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Sonuç olarak unutulmamalıdır ki; “dağ ne kadar yüksek olursa olsun üzerinden yol geçer”. Yani her sıkıntı, her zorluk içerisinde üstesinden gelinecek başarıya gidilebilecek bir yol vardır. E atalarımızın dediği gibi; zafere çiçekli yolardan gidil(e)mez.
[email protected]
|
Özkan ERDEM
09.06.2007
|
|
Asker mektubuna, annenin cevabı
Anne kucağından asker ocağına, şehitler yatağında bayrağını, toprağını ve bütün mukaddes değerlerini bekleyen kömür gözlü kara oğluma.
Mektubunda,
Akşam olur hasret büyür dağ olur,/ Bu dağlara kurşun atsan çığ olur./ Sen oğlunu geriye dönmez say annem, / Ben ölünce belki vatan sağ olur. Bir yangın ki ciğer ciğer kavrulur,/ Bir yangın ki kardeş kardeş vurulur./ Belki kalbim bir bayrağa kan olur,/ Gülümse sen annem.
Kara oğlum; her anne evlâdını askere gönderirken ‘geri gelecek’ diye sözleşme yapmaz. Her ana gibi ben de seni yolcu ederken önce Rabbime emanet ettim. Tıpkı ataların ve dedelerinin Çanakkale’ye giderken saçlarına sürülen kınalar gibi biz de sizleri bu vatana, bu bayrağa ve bu mukaddes emanetleri korumanız için kınalar yakıp vazifeye gönderdik. Bu her ana için büyük bir payedir. Bunun ile gurur duyuyorum kömür gözlü, kara oğlum.
Ben ölünce belki vatan sağ olur/ Belki dağlar duman duman savrulur/ Belki sesin çığlık çığlık duyulur/ Belki yavrum bir tabuta koyulur
“Üzülme annem” demişsin. Yavrum bilirsin ki bizim dinimizde en büyük paye şehitliktir. Ben seni doğuran ve helâl sütüm ile besleyen annen, emin ol ki yavrum; şehit olmuş ve o mertebeye ulaşmış diye Rabbime duâ ederim, kara oğlum bizlere de orada şefaatçi olur musun, Peygamber Efendimize, sahabelere “Ben annemden razıyım’ der misin evlâdım?
“Sen beni hep rüyalarında gör annem/ Gör ki kalbim bir mezarda dirileyim” demişsin annem, evlâdım biz seni her zaman rüyalarımızda gördüğümüz gibi duâlarımızdan da hiç eksik etmiyoruz. Mektubunda hep şehitliği istemişsin evlâdım. Rüyanda mezarda dirilir olarak gör demişsin. Ola ki bu uğurda ölürsen tabiî ki şehit olacak ve her zaman yanımızda tıpkı diri gibi olacaksın. Bilirsin ki “Allah yolunda ölenler ölmemişlerdir, onlar diridirler” amenna ve sadekna.
Rabbim inşallah dediğin gibi bir ölümü bizlere de nasip eder ve orada Gül Peygamberimiz ile bir ve beraber oluruz. Duâlarım seninle kömür gözlüm.
Sen de duâ et nur yüzlü anana.
Vatanı için binlerce evlat, al bayrağın dalgalandığı her yerde kahpe kurşunlara zaman zaman hedef oluyorsunuz. Bu öyle bir yangın ki kardeş kardeşi vurur ve geride ne masum ciğerler kavrulur. Allah insaf versin bu oyunları tezgâhlayanlara. Üzülmem ve sıkılmam bu sebepledir kömür gözlüm, kara oğlum. Allah’a emanet ol, güzel oğlum. Duâlarımız seninle. Mevlâm sizleri korusun. ALLAHA EMANET OL SENİ SEVİYORUZ KARA OĞLUM. Duâlarını esirgemeyen annen .
|
Sebile ERTEKİN
09.06.2007
|
|
|
|