|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
"Ona gökten altın bilezikler atılmalı veya beraberinde melekler gelip onu tasdik etmeli değil miydi?"
Zuhruf Sûresi: 53
|
09.06.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Azimeti uygulayın. Ruhsatı da kabul edin. İnsanların ayıp ve kusurlarıyla uğraşmayın ki, şerlerinden emin kalasınız.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 188
|
09.06.2007
|
|
Laiklik maskesi altında dindarlara baskı
Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsâlsiz ihânetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere mâruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esâsı birkaç noktaya dayanır:
1. En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkkî etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhâlifler bulunur. Âsâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdânıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukûkî bir müteârifedir.
Dîninde çok mutaassıb ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyâde Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur’ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.
Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudîler, Nasrânîler tâbî oldukları memleketin dînine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.
Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olundular. Halbuki, o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkimdir.
Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur’âniyeye istinâden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdâda, lâiklik maskesi altında dîne ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhâlefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakîki ve samîmi müdâfaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.
Tarihçe-i Hayat, s. 564
Lügatçe:
müteârife: Bilinen.
Nasrânî: Hıristiyan.
mûteriz: İtiraz eden.
cârî: Geçerli, işleyen.
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri.
istibdâd: Baskı.
muvâzene-i adâlet: Adalet dengesi.
tarassud: Birşeyi çok dikkat ederek gözetleme, gözaltında tutma.
mutaassıb: Taassub sahibi, birşeyi savunmada aşırılık gösteren ve inat eden.
şark: Doğu.
garb: Batı.
istinâden: Dayanarak.
|
09.06.2007
|
|
Hayat ve dünya mutluluğu
Nüfusu altı milyarı aşan dünyada, her insanın en önemli arzusu mutlu olmaktır. Her insan, mutluluğun peşinde koşuyor. Bazı insanlar her daim mutlu, bazısı her daim mutsuz ve muhtaç olduğu mutluluğu ararken hayatı kendisine ve başkalarına zehir etmekle meşgul. Bazıları ise bazen mutlu, bazen mutsuz.
Hayatta ve dünyada mutlu olup hayattan zevk almanın gizemi, kişide, kişinin bakış açısında gizlidir. Kişinin kendisine, diğer insanlara, canlılara, dünyaya, bütün yaratılanlara, yaşadığı veya yaşanılan olaylara olan bakış açısı, kişiyi mutlu veya mutsuz ediyor. Bakış açısı güzelse yani pozitifse, iyimserse kişi mutludur, kötümserse yani negatifse mutsuzdur.
POZİTİF BAKIŞ AÇISI
Pozitif bakış açısında temel unsur, iyimserlik ve güzel ahlâktır. İnsan iyimser ve güzel ahlâklı ise, güzel görüp güzel düşünebilir yani pozitif bakış açısına sahip olabilir.
Pozitif bakış açısı ile bakılan şeylerde, yaşanılan olaylarda olumsuzlukların değil de olumlulukların görülmesidir. İnsanın öncelikle kendine baktığında kendini değerli görmesi, zayıf ve kuvvetli yönlerini keşfederek hayatını mutlu olacak yönde şekillendirmesidir. Bu megalomanlık, enaniyet ve bencillikle karıştırılmamalıdır. Kişi, kendini değerli görürse, zayıf ve kuvvetli yönlerini keşfedip bilirse, kendini mutsuz edecek değil de mutlu edecek duygu, düşünce ve davranış biçimlerini sergiler. Böylece kendisi mutlu olduğu gibi çevresine de pozitif enerji vererek diğer insanlar tarafından da sevilir, saygı görür.
POZİTİF BAKIŞ AÇISINA SAHİP
İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ
Pozitif bakış açılı insanlar hayatta ister mutluluk, ister mutsuzluk kulvarında koşsunlar her daim mutludurlar.
Çünkü; pozitif bakış açılı insanlar, iyimserdirler. İyimserliklerinden dolayı hayatlarına hayat katarken, negatif bakış açılı insanlar kötümserliklerinden dolayı hayatlarını katlederler.
Pozitif bakış açılı insanlar; kendilerini ve bütün yaratılmışları değerli görürler. Her yaratılmışa saygı duyarlar, hak ve hukuklarının olduğuna inanıp öyle de muâmele ederler. Bu sebeple hem adaletli, hem de güzel ahlâklıdırlar.
Pozitif bakış açılı insanlar kendileriyle barışıktır. Hayattan çok aşırı beklentileri yoktur. Sahip oldukları ile yetinmeyi bilirler. Sahip ol(a)madıkları için üzülüp, dövünmezler. “Huzur vereni al, keder vereni” bırak prensibini hayatlarında şiâr edinmişlerdir. Hayatta karşılaştıkları kötü olaylardan kendilerine dersler çıkartarak mutlu olmayı becerebilirler.
Pozitif bakış açılı insanlar bulundukları ânın güzelliğini yaşarlar. Geçmişte yaşadıkları olumsuzlukların içinde boğulmayıp o olaylardan kendilerine güzel ders çıkarırlar. Gelecek kaygısına kapıldıklarında ise “Henüz gelecek gelmedi, şimdi kaygılanmanın gereği yok” deyip bulundukları ânın güzelliklerini keşfedip yaşarlar.
Pozitif bakış açısına sahip insanların kendilerine karşı özsaygı ve özgüvenleri vardır. Bu sebeple hayatta karşılaştıkları sorunlarda, sıkıntılarda olayları ve kişileri suçlamayıp olayın hakikat yönünü irdelerler. ‘Bu olayı, stresi, sıkıntıyı nasıl en güzel şekilde atlatabilirim’ diye çabalarlar.
Pozitif bakış açısına sahip insanlar, hayatta belli hedefleri olan ve prensip sahibi insanlardır. Bu tip insanlar hedeflerine ulaşmak için çalışırken karşılaştıkları olumsuzlukları tekâmül taşı olarak görür, asla pes etmezler. Meselâ; 1914 yılında, 67 yaşında iken, Edison’un 2 milyon dolarlık laboratuvarı ve bütün kayıtları yanıyor. Oğlu Charles “Babam adına çok üzülmüştüm” diyor. Ertesi gün kahvaltıda Bay Edison “Felâkette büyük faydalar saklıdır. Bütün hatalarımız yanıp gitti. Yeniden başlayabileceğimiz için Tanrı’ya teşekkürler” diyor. 2-3 hafta sonra da ses kaydını, yani fonografı buluyor. (Tarhan Nevzat, Mutluluk Psikolojisi, s. 158.) Yine Edison 9999 kere denedikten sonra kusursuz ampulü keşfedemeyince biri sorar: “10000. başarısızlığı da göze alacak mısınız?” O da cevap verir, “Başarısız olmadım, yalnızca ampulü keşfetmeyen bir yol daha buldum.”
İnsanlığa mânen en büyük hizmeti yapmış olanlardan Bediüzzaman Said Nursî, yirmi sekiz yıl işkenceli hapishane ve sürgün hayatı yaşadığı ve defalarca öldürülmek kastıyla zehirlendiği ve dostlarıyla görüştürülmediği halde durumundan asla şikâyet etmemiş, dostlarıyla görüştürülmemesinin ve Kur’ân’dan başka kitap okuyamamasının sebebini, Kur’ân âyetlerinin üstad-ı mutlak olmaları için olduğunu anladığını ifade etmiştir. (Barla Lâhikası, s. 17) Yirmi sekiz yıllık sürgün hayatında Allah’ın insanlığa son olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerim âyetlerini bu çağın insanının anlayacağı tarzda tefsir etmiştir. ‘Gençlik yıllarında mağaralarda, çilehanelerde riyazet türü hayat arzum, hapishanelerle sürgünlerle gerçekleşti’ (Lem’alar, s. 322) demiştir. Hatta onu ölümle tehdit edenlere “Ecel birdir, tegayyür etmez. Ölüm, benim Rabbime kavuşmak için pasaporttur” demiştir.
Pozitif bakış açılı insan, kendisi, diğer insanlar ve bütün varlıkların özel olarak ve özenle yaratıldığını fark eder. Bu fark ediş, kendisini bütün yaratılmışların Yaratıcısına imana götürdüğü gibi Yaratıcının bütün yarattıklarını sevdiği gerçeğine de götürür. Pozitif bakış açısının insana kazandırdığı en önemli değer; her şeyi sevgiyle yaratan bir yaratıcıya yani Allah’a imandır. İyimserlik, güzel ahlâk, pozitif bakış açısı, iman, sevildiğini bilmek, gerek kişisel, gerekse toplumsal mutluluğun temelidir. Hayattan ve dünyadan zevk alarak mutlu olmanın mihenk noktalarıdır. Bu noktaları şu şekilde listeleyebiliriz:
1. İyimserlik
2. Güzel ahlâk
3. Pozitif Bakış
4. İman
—Devam edecek—
|
Fatma ÖZER
09.06.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Mürîd
Allah (c.c.), Mürîd’dir. Yani, irâde eden, dileyen, irâdesini bütün kâinata hâkim kılan, dilediği gibi hükmeden, hükmünde muhtâr olan, irâde ve ihtiyâr sahibi olandır. Kımıldanan yapraktan sarsılan toprağa, yerin atlı karıncalarından dev cüsseli fillere ve göklerin vahşî kartallarına, yer kürenin hızlı sâkinleri cinlerden kâinatın meyvesi insanlara, hareket sahibi zerrelerden dehşetle rakseden yoğun alev fırtınaları içindeki dev yıldızlara kadar bütün kâinatta, bütün zamanlarda, bütün hareketlerde ve bütün tavırlarda Cenâb-ı Hakkın meşîeti, dileği, isteği, tercîhi, emri ve irâdesi esastır ve hâkimdir.
Mürîd ismi Kur’ân’da muhtelif fiil sîgaları halinde vârittir. “‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler, and oldun ki, küfre girmişlerdir. De ki, ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi irâde ederse kim Ona karşı koyabilir?’ Göklerin, yerin ve arasındakilerin hükümrânlığı Allah’ındır, dilediğini yaratır! Allah her şeye kadirdir”1 buyuran Cenâb-ı Hak, bir diğer âyette, “Bir millet kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenâlığını irâde edince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hâmî de bulunmaz”2 buyurmuş, bir başka âyette de, “De ki: ‘Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet irâde etse, Ona karşı sizi kim koruyabilir? Allah’tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız!’”3 buyurmuştur.
Bedîüzzaman’a göre, bütün mevcûdât, varlığının öncesine bakarsak, sonsuz bir ilmin târifenâmesi, sonundaki tohumuna bakarsak, Sâniin plânı ve beyannâmesi, yüzeyine bakarsak, bir Fâil-i Muhtar ve Mürîdin gayet san’atlı ve uyumlu bir san’at elbîsesi, iç yüzüne bakarsak, bir Kadîrin gayet muntazam bir makinesi hükmündedir. Bu hal ve keyfiyet îlân etmektedir ki, hiçbir şey, hiçbir zaman ve hiçbir mekân Sâni-i Zülcelâlin tasarrufunun hâricinde değildir. Her bir şey ve her bir eşya, bütün halleri ve tavırlarıyla bir Kadîr-i Mürîd tasarrufunda tedbîr edilmekte, bir Rahmân-ı Rahîmin tanzimiyle ve lütfûyla güzelleştirilmekte ve bir Hannân-ı Mennânın tezyîniyle süslendirilmektedir. Başında şuur ve yüzünde gözü bulunan insana, şu kâinat ve şu mevcûdâttaki sistem, denge, âhenk ve ölçü birtek, yektâ, Vâhid, Ehad, Kadîr, Mürîd, Alîm, Hakîm bir Zâtı vahdâniyet mertebesinde göstermektedir.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, muhît bir ilme işâret eden bütün varlıklar, aynı zamanda o muhît ilim sahibinin küllî irâdesine de delâlet etmektedirler. Nitekim her bir şeye, hususan her bir hayat sahibine pek çok karışık ihtimaller içinde muayyen bir ihtimal ile, pek çok çıkmaz yollar içinde neticeli bir yol ile, pek çok faydasız imkânlar içinde gayet muntazam bir şahsiyet verilmesi, hadsiz cihetlerle küllî bir irâdenin her şeye hâkimiyetini göstermektedir. Çünkü, varlıkları saran hadsiz ihtimaller ve çıkmaz yollarda, karışık ve monoton sel gibi ölçüsüz akan cansız unsurlardan, gayet hassas birer ölçü ile, gayet nâzik birer tartı ile, gayet ince birer intizam ile ve gayet nâzenin birer nizam ile her şeye verilen ölçülü şekiller ve muntazam şahsiyetler, her şeyin sonsuz bir irâdenin eseri olduğuna şehâdet etmektedir. Çünkü, hadsiz vaziyetler içinde bir vaziyeti seçmek, bir tahsis, bir tercih, bir kast, bir arzû ve bir irâde ile mümkündür. Elbette tahsis, bir tahsis ediciyi; tercih bir tercih ediciyi göstermektedir. Tercih edici ve tahsis edici ise “irâde sıfatı”dır.
Bedîüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hak husûsî Rahmânî imdatlar ile musîbete düşen fertlerin feryatlarına ve husûsî Rabbânî ihsanlar ile belâlara giren şahısların yardım çağrılarına yetişmek sûretiyle Fâil-i Muhtar olduğunu, her şeyin her bir işinin Kendi meşîetine ve dileğine bağlı bulunduğunu ve bütün fıtrat kanunlarının dâimâ Kendi irâde ve ihtiyârına tâbi olduğunu göstermektedir. Yeryüzü hazinesi âhirete gitmek üzere gelen ve geçici olarak kalan insanlara İlâhî ve Rahmânî bir sofra olarak yaratılmıştır. Allah’ın gayb hazinesinde eşyanın îcâdı “Kün!” emrine bağlıdır. Bütün eşyanın iç yüzü, santral gibi, Hakîm, Kadîr, Mürîd ve Alîm olan Allah’ın kudret elindedir.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre güneş, Ezelî İrâdenin izniyle bir gün dürülecek ve toplanacak, “Güneş dürülüp toplandığı zaman, yıldızlar döküldüğü zaman, dağlar yürüdüğü zaman”4 İlâhî fermanlarının ve “Gök yarıldığı zaman, yıldızlar saçıldığı zaman, denizler kaynayıp bir birine karıştığı zaman...”5 âyetlerinin mânâları ve sırları Kadîr-i Ezelînin izni ile tezâhür edecek; dünya denen büyük insan sekerâta başlayacak, acîp bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp inleyerek ölecek. Sonra Allah’ın emri, izni ve irâdesi ile her şey yeniden dirilecektir. (Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 17;
2- Ra’d Sûresi: 11;
3- Ahzab Sûresi: 17;
4- Tekvîr Sûresi: 1-3;
5- İnfitar Sûresi: 1-3
|
09.06.2007
|
|
Ölümcül hastalıkların da çaresi bulunabilir!
HABER-YORUM
“Kalıtsal rahatsızlıklarda genlerin rolü hakkında
şimdiye dek yapılan en kapsamlı çalışmada, bilimadamları yaygın genetik bozukluklara yol açan 15 geni tespit etti.
“Tesbit edilen 15 yeni genin koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, tip 1 ve tip 2 diyabet, römotoid artrit, bağırsakları etkileyen Crohn hastalığı ve manik depresif psikozla bağlantılı olduğu belirtildi.
“Yaklaşık 200 bilimadamının yaptığı bu çalışma tıp dünyasında dir dönüm noktası olaarak görülüyor. Bu, çalışmanın sonuçları kadar kullanılan yöntemden de kaynaklanıyor. Geliştirilen yeni yöntemle, sorunlu genlerin tespiti hızlanıyor.
“İnsan genlerinin tam bir haritasını çıkarmaya yönelik genom projesini destekleyenler, bunun en ölümcül hastalıklara çare bulma umudu sağlayacağını söylüyordu.” (ntvmsnbc, 07
Haziran 2007)
‘En ölümcül hastalıklara’ bile çare bulma umudu taşıyan sözkonusu bilimsel çalışma, çalışıldığı takdirde Allah’ın insanoğluna neler bahşedebileceğinin göstergesi.
Bediüzzaman da, insanoğlunun, gayret ettiği takdirde, ‘ölüme bile geçici bir hayat rengi’ verebileceğini ifade etmiştir.
Kur’ân’da zikredilen peygamber mucizeleri, insanlığa, maddî sahadaki gelişmelerde yol gösterici olmuştur. Bu anlamda, peygamber mucizeleri, aynısını veyahut bir benzerini yapmak adına insanlığın önünde adeta ‘teknolojik nümuneler’dir.
Tıp alanındaki gelişmelerde de, Kur’ân insanoğlunu teşvik etmiştir. Hz. İsa’nın gösterdiği mucizeler, buna örnek teşkil eder:
“Hem meselâ, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın bir mu’cizesine dâir: ‘Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.’ (Âl-i İmrân Sûresi: 49.) Kur’ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen terğib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: ‘En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermânı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.’
“Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisân-ı işaretiyle mânen diyor ki: ‘Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermânı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidâyetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâcıyla şifâ buluyor. Sen de benim eczahâne-i hikmetimde her derdine devâ bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette, ararsan bulursun.’ İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.” (Bediüzzaman)
|
İsmail TEZER
09.06.2007
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Kral İskender, Melik Dara’ya bir elçi ile mektup gönderir.
Dara mektubu okur ve Kral İskender’e bir mektup yazar. İskender’in elçisi, Dara’nın mektubunu alır ve geri döner.
Kral Dara’dan gelen mektubu açar ve okur. Fakat Kral, mektuptaki bir kelimenin Melik’e ait olup olmadığından şüphe duyar. Elçiye sorar. Elçi: “Mektup noktası virgülüne Melik’e ait efendim. Ben o kelimeyi yazdığını şu iki gözümle gördüm, şu iki kulağımla işittim” der. İskender’in tereddüdü geçmez. Kelimenin aynını yazar ve Melik Dara’ya gönderir. Dara mektubu okur ve ardından bir bıçak isteyerek o kelimeyi mektubun içinden keser. Mektubu, İskender’e iade eden Dara, aynı zamanda bir mektup daha yazarak, durumu izah eder. Dara mektubunda der ki: “Gönderdiği elçinin dürüstlüğünden şüphe etmesi, Kralın iyi niyeti, doğru anlayışı ve kuvvetli görüşünün göstergesidir. Ben o kelimeyi kestim. Çünkü o kelime benim sözümden değildi. Fakat ben senin elçinin dilini kesmeye cüret edemedim.” Bunun üzerine İskender, elçiyi çağırtır ve:
“Melik’in sözlerine o kelimeyi neden ekledin?” der.
Elçi: “Efendim, çünkü o, benim hakkımı noksan verdi, beni kızdırdı. Ben de onun mektubuna ekleme yaparak mektubunu bozdum ve noksanlaştırdım” der.
İskender kızar ve:
“Yazık sana! Biz seni, bizim yüksek toplumumuzu ilgilendiren maslahatımız için mi gönderdik, yoksa senin kendi bireysel çıkarın için mi?” diye bağırır ve elçinin ağzından dilini çekip, keser.
|
Süleyman KÖSMENE
09.06.2007
|
|
|
|