Siyaset arenası karıştı.
Sağdan sola, soldan sağa ânî ve çok hızlı savrulmalar yaşandı.
Kırk yıllık Kâniler, "karşı yaka"daki Yanilerin safına koştu.
Bazı partiler, ters yönden koşanlara merasimle "Hoşâmedi" yaptı.
Böylelikle, kimi siyasilerde kimlikler, kimi partilerde ise misyonlar karmakarışık bir vaziyet aldı.
Şimdi kim sağcı, kim solcu adeta bilinmez oldu.
Bir bakıma iyi de oldu.
İzahı, yazının devamında...
Hangi derde devâ ki...
Türkiye'de sağ(cı)–sol(cu) ayrışması, esasında sun'iydi, yapmacıktı.
Siyasette olduğu gibi, fikirde (ideolojide) de öyle...
Sosyal ve iktisadî sahadaki sağ–sol tabiri ve ayrımı, temelde bize ait değildir; ecnebidir, yabanîdir, yabancımızdır...
Bu tabirler, Türkiye'ye Avrupa'dan gelmiş ve içimize destûrsuz girmiştir. Çok partili hayata geçildikten (1945) sonra da revaç bulmuştur. 1970–80 arasında ise, kan gölü içinde son raddesine varmıştır. Sonra da, yokuş aşağıya doğru yuvarlanmaya başlamıştır.
Oysa, bu yapışkan ecnebi yaftalar, esasen tümüyle reddedilmeli ve gümrükten içeri hiç sokulmamalıydı. Nemize gerek, hangi derdimize devâydı bunlar?
Fakat ne yazık ki, kapılar şuursuzluk sebebiyle ardına kadar açıldı ve bu yabanî tabirler tâ harem–i ismetimize kadar girip hızla yayıldılar: Kimileri şuursuzca sağcı, kimileri de solcu olup çıktı.
Dahası, zıtlaşmadan sonra sağcılarla solcular sokaklara, meydanlara da çıkıp birbirinin kanını döktüler, yekdiğerinin canına kıydılar.
Peki, ne faydası oldu, neye yaradı bütün bunlar?
Kocaman bir HİÇ!
Bediüzzaman ne diyor?
İslâm literatüründe, sağ ve sol tâbiri daha ziyade "mazi ve müstakbel" cenahlarına izafeten kullanılmış.
Bu iki tâbirin insanların, hele hele Müslümanların sosyal ve siyasî hayatta iki kutba ayrılmasına ise, hiçbir şekilde sıcak bakılmamış ve böylesi bir ayrışma âlimlerce de kabul edilmemiş.
İşte bu meseleye dair büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'nin izah ve ifadeleri:
"Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyete karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. 'Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet' diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.
"İnşaallah, Maarif ve Adliye Vekilleri gibi, sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikati tam anlayacaklar. Sağ-sol tâbiri yerine, hak ve hakikat ve Kur’ân ve iman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını rahmet-i İlâhiyeden bütün ruh u canımızla niyaz ve rica ediyoruz." (Emirdağ Lâhikası, s. 301)
Âcizane, burada izah edilen hakikati okuyup anladıktan sonra, sağ–sol tâbirine ve ayrışmasına hiçbir şekilde itibar etmedik. İnsanları da sırf bu kategoriye sokup ona göre değerlendirmekten hep imtina ettik.
Bu noktada vicdanen rahatız.
Ayrıca, başkasının özürlü bir nazar bakarak bizi "sağcı" diye nitelemesine asla razı olmadık.
Düşünce ve kanaatimiz şu ki: Mazimizde yeri olmayan ve kudsî kaynaklarımda esamisi bulunmayan "sağcı–solcu" ayrımının, hal ve istikbâlde de yeri yoktur, olamaz ve olmamalı.
Kovalım gitsin
Bu konuda Üstad Bediüzzaman'ı teyid edercesine ve aynı paralelde bir makale yazan meşhûr mütefekkir Cemil Meriç, bizim ona ve onun bize yabancı durduğu bu "iki ifrit" tâbirin ülkemizden kovulması gerektiğini ifade ediyor.
İşte "Sağ ile sol" başlıklı yazısından birkaç paragraf...
"Sol'la sağ'ın yeni bir hüviyetle politikaya sıçrayışı, Fransız İhtilâliyle (1789) yaşıt. Napolyon orduları, ihtilâlin ideolojisini dünyanın dört bucağına taşır; ideolojisini, yani kelimelerini. (...)
"Avrupa'nın son iki yüz yıllık tarihi, sol'un zaferleri, sağ'ın hezimetleri tarihidir. Bize gelince...
"Hudutlarımızdan salgın bir hastalık gibi girer sol... Sağ, daha nazlı, daha utangaç bir misafir...
"Sol, demokrasilerin zaferinden sonra yeni bir bekâret kazanır Avrupa'da; günahlarından arınır. Bizde de kasideler döşenir, nâzenine.
"Avrupa, bütün cinayetlerini sağ'a yükler. Sağ, yakın tarihin 'günahkâr teke'sidir; kilisedir, cehalettir, faşizmdir...
"Batı'nın en 'gerici' partileri bu menfur vasıftan kurtarmaya çalışırken, bizde mukaddesatçıların bayrağı olur sağ; Türk'ün âlicenaplığı...
"Filhakika, bu kirli ve karanlık kelimenin dünyada bizden başka şefaatçisi, bizden başka elinden tutanı kalmamıştır.
"Sol–sağ: Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Hristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne?
"Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her nâmuslu yazarın vicdan borcu." (Bu Ülke, s. 13)
Neticesi mühim
Şu seçim atmosferi içinde bazı "solcu"ların sağcı bilinen partilere ve bazı "sağcı"ların da solcu diye bilinen partilere transfer olması, her ne kadar siyasî ikbâl ve şahsî menfaat hesaplarına dayanıyor olsa da, bu çapraz geçişlerin netice itibariyle hayırlara vesile olacağı kanaatini taşıyoruz.
En azından, şu mendebur "sağcılık–solculuk" ayrışmasını, kamplaşmasını zaafa uğratmış oluyor.
Türkiye'de insanlar fikren ve siyaseten kendilerini şu veya bu ölçüde "halkçı, milliyetçi, demokrat, sosyal demokrat..." diye de tarif edebiliyorlar. Dolayısıyla, sağ–sol kutuplaşmasına hiçbir şekilde ihtiyaç kalmıyor.
09.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|