Tırmanan ya da tırmandırılan terörün, Türkiye’yi tehlikeli noktalara sürüklediği ortada. Seçim atmosferine girilen Türkiye’de, gündemi siyasî partiler, adaylar ve ‘seçmen’ler değil; ‘şehit cenazeleri’ belirliyor. Bu durum, akl-ı selim ile düşünüp karar vermeyi de tehlikeye sokuyor.
Milletin, topyekûn lânetlediği terör hadisesinden menfaat elde etmeye çalışanlar elbette vardır. Ancak geçmiş yıllarda yaşananlar da şahitlik ettiği üzere, terörle bir yere varmak mümkün değil. Bunu en başta, ‘terör’den menfaat umanlar bilir ve bilmeli.
Milletimizin tek bir talebi vardır: “Terör, bir an önce ‘kökten’ halledilsin!” Terörün ‘kökten’ halledilebilmesi, terör hastalığına, doğru teşhis koymakla mümkündür. Yanlış konulan bir teşhis sonrası, uygulanan ‘çare’ netice vermez. Asıl üzerinden durulması gereken konu da budur. Ancak bunu yaparken, yeni yaralar da açmamak lâzım. Türkiye’nin çeyrek asra yaklaşan ‘terör mücadelesi’nde kalıcı çarenin sunulamaması biraz da bu sebepledir. Uzun yıllara dayanan bir anlayışla, terörün kökünde ‘maddî imkânsızlık’ olduğu varsayılmıştır.
Elbette maddî imkânsızlık da terörü besleyen bir ‘sebep’tir, ama ilk ve son sebep değildir. Ne acıdır ki, Türkiye’yi idare edenler bu sebebi ‘ilk ve son sebep’ olarak kabul etmiş, çok sayıda aydın ve ekonomist teröre sadece bu pencereden bakmıştır. Bu yanlış teşhis sonrası yapılanlar ise terörü önlemeye yetmemiştir.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra, artık terörün kaynağını doğru teşhis etme zamanı gelmiş ve geçmiştir. Terörle mücadele ederken sadece ‘sert tedbir’lerin çare olamayacağı da görülmüş olmalı. Bunca yıl farklı bir şey yapıldı mı? Asıl mücadele, ikna ederek, ıslâh ederek, kalplere ‘yasakçı’ koyarak yapılabilir. İşin manevî boyutunu hatırlatanları susturmak, ‘adalet, hak ve hukuk çerçevesi içinde mücadele edilsin’ diyenleri de ‘suçlu’ ilân etmekle bir yere varılabilir mi?
Terörü besleyen en büyük sebep, haksızlık ve adaletsizliğin yaygınlaşmasıdır. Tabiî ki terörle mücadele en zor işlerden biridir. Bütün dünya ‘Bu mücadeleyi daha doğru bir şekilde nasıl yaparız’ın peşinde. İşte bu sebeple Türkiye, terörle mücadeleyi ancak ‘uzman’ların desteğiyle yapabilir. Hem ‘sıcak takip’ anlamında yetişmiş uzmanlar, hem de sosyal konularda yetişmiş uzman bir ekip gerekiyor. Mutlaka ‘uzman bir ekip’ vardır, ama bu ekibin ‘sosyal kolu’nun daha da güçlendirilmesi gereği hissediliyor.
Genelkurmay’ın 7 Haziran 2007 tarihinde internet sitesine koyduğu ‘bildiri’de, insan hakları savunucularını eleştirmesi de tepkilere sebep oldu. Elbette, her konuda olduğu gibi, ‘insan hakları’nı istismar edenler de olabilir. Ama istismar edenlerle, etmeyenleri ayırmak ‘devlet’e düşen görev olsa gerek. Bu ayırımı yapmadan, bütün ‘insan hakları savunucularını’ itham etmek doğru olmasa gerek.
Terörle mücadele elbette silâhlı kuvvetlerin işidir. Bu konuda, teknik donanım ve silâh bakımından bir eksiklik varsa bu eksiği tamamlamak da idarecilerin/siyasetçilerin işidir. Ve asıl önemli olan, bu konuların kamuoyu önünden ziyade, ‘yetkili’ler arasında yapılacak görüşmelerle neticeye kavuşmasıdır.
Aman, terörün sürüklemek istediği ‘hukuksuzluk çukuru’na düşmeyelim!
09.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|