Hürriyet, insan fıtratına yerleştirilmiş en yüce ve en mukaddes duygulardan birisidir. Yücedir, çünkü insan hürriyeti uğruna canını fedâ etmekten çekinmez. Tarihte en uzun ve kanlı savaşlar hürriyet mücadelesi için verilmiştir. Günümüzde de aynı amaç için verilen mücadeleler devam etmektedir. Kaba kuvvet ve şiddetle bu duyguyu ortadan kaldırmak mümkün değildir. Geçici bir süre için hürriyet duygusu baskı altına alınsa da, uzun süre istibdadı devam ettirmek mümkün değildir. Tarihte bunun pek çok örnekleri görülmüştür.
Hürriyet mukaddes bir duygudur, yani imanın bir şubesidir. Hürriyeti uğruna canını verenler şehit mertebesini kazanırlar. İnsanın hür olması, Allah’a karşı olan kulluğunu en iyi şekilde yerine getirmesi açısından mukaddestir. Ancak hür insan kulluğun gereklerini vicdan huzuru ve gönül rahatlığı içinde yerine getirebilir. İnsanın inancına ve ibadetine müdahale edilen yerde, kulluk vazifesini tam olarak yerine getirmek mümkün değildir.
Halık’a kul olan, mahlûkata kul, köle ve esir olmayacaktır.
Hürriyet, bir aşktır, bir sevdadır. İnsan bu aşkın zevkini idrak ettikçe, ona kavuşmak için kendini ateşe atmaktan çekinmez. Bir pervane gibi ateşin içine dalanlar, gerçek hürriyet sevdalılarıdır. Bediüzzaman gibi bir müceddit, hayatı boyunca hürriyet uğruna mücadele veriyor, en ağır şartlara tahammül ediyor, o sevda ile yanıp tutuşuyor. Kendisine hürriyet konusu sorulduğunda şöyle diyor: “Yirmi seneden beri onu, hattâ rüyalarda takip eden ve o sevda ile herşeyi terk eden birisi, size güzel cevap verebilir.” Demek ki hürriyet bir sevda, bir aşk, bir tutku olarak en âmiden en âlim insana kadar herkesin en büyük ihtiyaçlarından birisidir.
Hürriyet, önüne geçilmez ve set çekilmez bir duygudur. Sevda ateşiyle yanıp tutuşanlar, canlarını bile düşünmezler. Başka zarûrî ihtiyaçlarına önem vermezler. Yine Bediüzzaman, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyerek, hürriyetin diğer zarûrî ihtiyaçlardan önce geldiğini ifade etmiştir. Namık Kemal ise, “Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten” diyerek, hürriyete esir olmanın esaretten kurtulmak olduğunu ifade etmiştir.
İnsan hür olarak doğduğu gibi, hür olarak yaşar ve yine hür olarak ölmek ister. Ölüm döşeğindeki bir insan bile esareti kabul etmez. “Nasıl olsa ölüyorum, esir veya köle olsam ne fark eder” diye düşünmez. Son nefesini hür olarak vermek ister. Bu duygu, insan fıtratındaki engellenemez duygulardan birisidir. Yani hiçbir şekilde onu bastırmak, ortadan kaldırmak mümkün değildir.
İnsanlığın medeniyet seviyesi yükseldikçe, hürriyet rüzgârları daha şiddetli esmektedir. Nitekim Fransız İhtilâli ile bu rüzgâr fırtına halini almış, önüne çıkan krallık ve burjuva rejimlerini yıkıp geçmiştir.
Yirminci yüzyılın başına Bolşevik İhtilâli ile kurulan Sovyetler Birliği de, istilâ ve istibdat üzerine kurulduğu için, hürriyet rüzgârları karşısında ancak 70 yıl kadar dayanabilmiştir. Dünyanın en büyük silahlı gücüne sahip olan kızıl ordu, “fıtrî meyelan” olan hürriyet fikrini daha fazla bastıramamış, hürriyet rüzgârları demir perdeleri parçalayıp beton duvarları yıkmıştır.
İnsanların inanç, ibadet ve kılık kıyafet tercihleri de temel hak ve hürriyetlerdendir. Bunları baskı altına almak ve insanlara istemediği bir hayat tarzını zorla kabul ettirmek de mümkün değildir. İnsan ruhundaki hürriyet duygusu buna müsaade etmeyecektir.
Fıtratın önüne geçilemeyeceğini bir avuç su bile ispat etmektedir. Suyun fıtratında, donduğu zaman genişleme meyli vardır. Bir avuç suyu demir bir gülle içine koyup dondursanız, suyun genişleme meyli karşısında demirin parçalandığını görürsünüz. İnsandaki hürriyet arzusu da, her türlü istibdat kalıplarını parçalama gücüne sahiptir. Hürriyet rüzgârı karşısında hiçbir güç, uzun süre ayakta kalamayacaktır.
Namık Kemâl’in şu beyiti ile son vermek istiyorum:
“Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!”
14.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|