Kimisi Bediüzzaman’ın, demokratları destekleme kriterinin “hürriyet” değil, “ehven-i şer” olduğu iddiasında. Böylece kendilerine veya çevrelerine, demokratların dışındaki partilere girme, onları destekleme fetvası çıkarıyorlar! Oysa, Bediüzzaman’ın siyasî temel kriteri, “ehven-i şer” değil, “iman”dır. Hürriyeti de imanın özelliği olarak nazara verir. Dolayısıyla siyasî yaklaşımı da “hürriyet/demokrasi” ve buna ilave olarak “liyakat”tir. “Ehven-i şer”, davranış biçimi ve teferruatla ilgilidir. İman ve hürriyet ise bir esastır.
Bu dünya imtihan dünyası ve hürriyet üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, İslâm’da cebir, zorlama yoktur. Said Nursî, şeriatın, yâni İslâmın getirdiği hürriyetin, Cenâb-ı Hakkın Rahman ve Rahîm isimlerinin bir ihsanı ve “imânın bir özelliği”1 olduğuna; Asr-ı Saadette görüldüğü gibi, iman ne kadar
mükemmel olursa, o derece hürriyetin parlayacağına,2 işâret eder. Hakikat ilminde hürriyet “kulluğun son mertebesi; nefse kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olma idrakine erme, yalnız Ona kulluk ederek kavuşulabilen üstün derece”3 diye anlatılır. Allah’a karşı gerçek kul olmanın yolu; müstebit insan ve nefislere karşı hür olmaktan geçer: “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. İmân bağı ile, şu âlemin sanatkârı olan Allah’a, abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemesi gerekir.”4 Ve mü’min, “gıybet, dedikodu, tecessüs” gibi sözlü şiddetten, eziyet ve zulümden dahi men edildiğinden, asla başkalarının hak ve hukukuna tecavüz etmez, dolayısıyla baskı ve istibdattan uzak kalır.
İslâm’ı, diğer dinlerden ayıran en önemli kavramlardan birisi hürriyettir. Müslüman, Allah’tan başka hiçbir şeye kölelik etmeyerek hürriyetin doruğuna ulaşır.5 Hiç şüphesiz fikir, din ve vicdan hürriyeti, insanlığın en önemli değerlerindendir. Bunların da bânisi İslâmiyettir. Kur’ân, herkese, hatta ateistlere de “inançsızlık hürriyeti” tanımıştır. Çünkü, insanlık, ancak “inanç hürriyeti” ile (hangi yönde olursa olsun) ortaya çıkar. İster inancı olsun, ister olmasın herkes inancında veya inançsızlığında şâhâne serbesttir:
“De ki, bu Kur’ân, Rabbinden gelen bir haktır. Dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.”6 “Dinde zorlama yoktur.”7 Böylece, geniş bir hürriyet ufku açar ve isteyene de istediği gibi “inanç veya inançsızlık hürriyeti” verir. Allah, kullarını kendi tercihlerinde serbest bırakmıştır. Hiç kimse, hiçbir zaman, başka bir kimseyi düşünce ve inançlarından dolayı kınayamaz. Peygamberlerin bile bu noktada bir imtiyazları yoktur. Onlar, bekçi, gözetleyici, hidayete erdirici değil; yalnız tebliğ edicidirler.
Ancak, gerçeğin, gayet yumuşak ve güzel bir üslûpla anlatılması istenir. Başkasının hakkına tecavüz etmeyen, genel ahlâka aykırı olmayan hareketler, yaşama tarzı da yasaklanamaz. Hanefî hukukunda, mahkeme ve görevliler dışında, hiçbir şahıs, başkasının yanlışını, “kuvvet, şiddet” kullanarak düzeltme hakkına sahip değil. Şâyet buna teşebbüs ederse, suç işlemiş olur! Zaten hürriyet olmazsa, imtihanın, dünyaya gönderilişin sırrı kalkar. Baskıcı, zorlayıcı bir anlayış, cebriyecidir.
İnanç bazında, hürriyetin sınırı yoktur. İsteyen istediği gibi düşünür, istediğine inanır, istediği gibi hareket eder. İslâmiyet, insana kâinat çapında din, vicdan, inanç, fikir hürriyeti tanımıştır. Ancak, her şeyde olduğu gibi, hürriyetin de belli sınırları olması açıktır. İnsan Allah’ın kulu, hürriyet de ona Cenâb-ı Hak’kın bahşi olduğuna göre, sınırlandıracak olan da ancak O’dur. İslâm, düşünce hürriyeti, akıl yürütme hürriyeti, araştırma hürriyeti gibi, her türlü hak ve hürriyeti şahane bir sûrette tanımıştır. Hattâ, “menfî, kötü düşünce” bile, fiile aksetmediği müddetçe serbest bırakılmıştır. Evet, Şeriat; adâlet, eşitlik ve hürriyeti bütün levâzımatıyla içine alır.8
Hatta, inançta da tek kalıp, tek tip yoktur. Ehl-i Sünnet’in itikadî mezhebi ikidir: Eş’arî, Maturidî. Evet, bunlar aynı hedefe varmakla, farklı bir tarz olmakla beraber, farklı inanma yöntemlerini gösterir.
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, s. 67.; 2- Münazarat, s. 59.; 3- D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İst. 1996, s. 506; Dr. Hasan AKAY, İslâmî Terimler Sözlüğü, İst. 1991, s. 142.; 4- Münâzârât, s. 58-59.; 5- Doç. Dr. Abdülaziz Bayındır vd., Kur’ân’da Evrensel Hoşgörü, Nesil, İst., 1997, s. 151.; 6- Kehf, 29.; 7- Bakara, 256.; 8- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 84.
14.06.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|