Duyguların, hislerin galip olduğu iki mevsime giriyoruz: Birisi yaz, diğeri seçim! Her iki durumda da çabuk parlarız. Kimi zaman nefsimize, hislerimize mağlup oluruz.
İnsanları, yöneticileri, siyasetçileri değerlendirirken de âdil olmalı. Adâlet ve doğru şehadet, Allah’ın emridir; insanın asıl vazifelerindendir. Onlar da, ibâdettirler. İşte ferman-ı İlâhî: “Ey imân edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şahidlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahidlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir.” (Nisâ Sûresi: 135.)
Bu ve benzeri birçok âyette “adalet, insan hakları, doğru şahitlik” emredilir, aksi davrananlarrın şiddetle cezalandırılacağı beyan edilir. İnsanları değerlendirirken de şu ölçülere dikkat etmek gerekir:
1- “Bir Müslümanın bütün halleri Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi, kâfirin de bütün halleri kâfir olmak lâzım gelmez” kaidesince, bir yönetici veya siyasetçinin bütün halleri dosdoğru olmayabilir! Sözlerinde, icraatlarında hatâ ve kusur işlerler, demokrasiyle bağdaşmayan haller görülebilir!
2- Meslekler, mezhebler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi (hayat düğümü, dayandığı gerçek) hükmünde bir hak, bir hakîkat bulunur. Eğer eserlerine ve neticelerine hükmeden hak ve hakîkat ise olumlu; olumsuz yönleri olumlu cihetlerine mağlûp ise, o meslek haktır. Şayet içindeki hak ve hakîkat, neticelere hükmedemiyor ve menfì ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa, o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid’a ve dalâlet olur.
Cenâb-ı Hak, haşirde, kıyamette, dirilişte adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni (sorumlu olan insanların işlerini, fiillerini) tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adâlet-i İlâhiye noktasında muâmele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten/sayı veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır. (Mektûbât, s. 354)
3- “Her bâtıl bir mesleğin herbir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, herbir hak mesleğin dahi herbir ciheti hak olmak lâzım değildir. (Mektûbât, s. 354)
4- Hasenâtı seyyiâtına, sevâbı hatâsına tereccüh edenlerler, mağfiret ve affa müstehaktırlar. (Münâzârât, s. 13.)
5- Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. (Allah’a sığınır.) İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur. (Lem’alar, s. 91.)
Bana sorarsanız, bu ölçüleri her zaman yanımızda taşımalı, çerçeveletip duvara asmalı ve her vesileyle çıkarıp okumalı ve çevremizdekilerle paylaşmalı.
06.06.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|