“Mesleğimiz âzâmi ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâkî bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek âzamî ihlâsın iktizasıdır”1 diyen Bediüzzaman Hazretleri, ihlâsa ne derece riâyet ettiğini hayatının her safhasında fiilen ispat etmiştir.
Özellikle harp içinde, avcı hattında, düşman gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîm’in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini o saltanata nasıl tercih ettiğini, düşman güllelerine aldırmamak, talebesi Habib’e “Defteri çıkar” deyip o nükteleri yazdırmak, ruhunu kurtarmakla açıkça gösterir. “Bu acip ihlâsı nereden ders almışsın?” şeklindeki soruya iki örnekle cevap verirken de birinci olarak cemaatle namazı nazara verir.
Herşeye rağmen Bedir Savaşında cemaatle namaz kılmayı terk etmemiştir Peygamberimiz (asm). Düşman hücum ettiği halde cemaatten hissesiz kalmamak için, mücahitlerin yarısı silâhını bırakıp cemaate yetişmiş, iki rekat kıldıktan sonra onlar cihada gitmiş, diğerleri de yine cemaat sevabına ulaşmak için namaz kılmaya gelmişlerdir.
Halbuki cemaatle namaz kılmak sünnettir. Üstelik savaşta cemaatle kılmamaya ruhsat vardır. Ama Resûl-i Ekrem (asm) cemaatle namaz kılma gibi bir sünnete uymayı dünyanın en büyük hadisesi olan savaşa tercih etmiştir.
Mesleğini ihlâsa oturtan Bediüzzaman da harp cephesinde Kur’ân’ın tek bir âyetinin, tek bir harfinin nüktesini yazdırmayı dünyanın en büyük hadisesi olan savaşa tercih etme dersini Resûl-i Ekrem’in (asm) bizzat gösterdiği bu olaydan ders almış, ona bütün ruh u canıyla uymuştur.1
Demek hayatın en kritik ânında, ölüm kalım savaşında bile terk edilmiyor cemaatle namaz. O halde çok önemli bir sünnet. Bediüzzaman bunu anlatırken de bir eserinde cemaatteki sırra dikkat çeker.2 Cemaatle kılınan namaz ve sâir ibadetlerde, herbir fert kendi başına kazandığı sevaptan daha fazlasını cemaatle kıldığında kazanmaktadır. Herbiri diğerlerine duâcı, şefaatçi olmakta ve günahlardan arınması için Allah’tan talepte bulunmaktadır. Yine herbiri arkadaşının mutluluğundan zevk almakta, kulluk şerefine nâil ve ebedî saadete aday olmaktadır.
İşte mü’minler arasında cemaatler sayesinde meydana gelen şu yüce manevî dayanışma ve yardımlaşmayla insan yeryüzünün halifesi olmaya, o büyük emaneti omuzlamaya ve saygıya lâyık olduğunu fiilen göstermektedir.
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, 2:459.
2- Mesnevî-i Nuriye, s. 201.
14.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|