|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Cehennemin bekçisine “Ey Mâlik, Rabbin artık bizi öldürsün” diye seslenirler. Mâlik de “Siz böylece kalacaksınız” der.
Zuhruf Sûresi: 77
|
29.06.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah bir topluluğa azap vermek istediğinde o azap bütün fertlerine isabet eder. Sonra da o amellerine göre diriltilirler.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 233
|
29.06.2007
|
|
Yağmur, Kur’ân hizmetiyle münasebettardır
Refet Bey ve Hüsrev gibi kardeşlerimizin harika bir sûrette yağan yağmur içinde, Risâle-i Nur bereketine hususî baktığına kanaatimiz geliyor. Çünkü, gözümüzle yağmur hadisesinin hususi bir şekilde hizmet-i Kur’ân ve Risâle-i Nur’a baktığını iki sûretle gördük:
Birinci Sûret: Risâle-i Nur’un vasıta-i neşri olan Üstadımızın camii seddedildi. Risâle-i Nur’u yazacak hariçteki talebelerinin yanına gelmeleri menedildiği hengâmda kuraklık başladı. Yağmura ihtiyac-ı şedid oldu. Sonra yağmur başladı, her tarafta yağdı, yalnız Karaca Ahmed Sultan’dan itibaren bir daire içinde kalan Barla mıntıkasına yağmur gelmedi. Üstadımız bundan pek müteessir olarak duâ ediyordu.
Sonra dedi ki:
“Kur’ân’ın hizmetine sed çekildi, bu köydeki mescidimiz kapandı; bunda bir eser-i itab var ki, yağmur gelmiyor. Öyle ise, madem Kur’ân’ın itabı var; Yasin Sûresini şefaatçi yapıp Kur’ân’ın feyzini ve bereketini isteyeceğiz.”
Üstadımız Muhacir Hafız Ahmed Efendiye dedi ki:
“Sen kırk bir Yasin-i Şerif oku.”
Muhacir Hafız Ahmed Efendi (r.h.) bir kamışa okudu. O kamışı suya koydular. Daha yağmur alâmeti görünmezken, ikindi namazı vaktinde, Üstadımız daima itimad ettiği bir hatırasına binaen, Muhacir Hafız Ahmed Efendiye (r.h.) söyledi ki:
“Yasinler tılsımı açtı, yağmur gelecek.”
Aynı gecede evvelce yağmadığı Barla dairesi içinde öyle yağdı ki, Üstadımızın odasının altındaki Çoban Ahmed’in bahçesindeki duvar yağmurdan yıkıldı. Halbuki Karaca Ahmed Sultan’ın arkasında ve deniz kenarında balık avlamakla meşgul olan Şem’î ile arkadaşları bir damla yağmur görmediler.
İşte bu hadise katiyyen delâlet ediyor ki, o yağmur hizmet-i Kur’ân ile münasebettardır. O rahmet-i âmme içinde bir hususiyet var. Sûre-i Yasin, anahtar ve şefaatçi oldu ve yağmur kâfî miktarda yağdı.
Şem’î, Mustafa Çavuş, Bekir Bey,
Muhacir Hafız Ahmed, Süleyman
Lem’alar, 8. Lem’a, s. 74-75
***
Evet, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hal ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Miraç ve haşr-i cismânî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risâle-i Nur eczaları, elbette küre-i arz ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.
Emirdağ Lâhikası, s. 44
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
29.06.2007
|
|
Hamidiye Alayları ve Van yaylaları
Gazetemizin 7 Haziran 2007 tarihli Lâhika sayfasında “Bediüzzaman’ın Hamidiye Alaylarına Bakışı” başlığıyla yayınlanan çalışmamızda, “Bediüzzaman, hayatında ilk defa bir Hamidiye Paşası olan Miran Aşiret Reisi Mustafa Paşa ile Van Yaylalarının birinde karşılaşır” diye yazmış, fakat ‘Van yaylalarının birinde’ ifadesi, başka kaynak kitaplardaki bilgiler doğrultusunda, (editörce) ‘Cizre’de Şeyhan Yaylasında’ şeklinde değiştirilerek yayınlanmıştı.
Aşağıda aktaracağımız bilgilerle birlikte inşallah bu konu açıklığa kavuşacak:
1- Miran aşiret reisi Mustafa Paşa’nın anlatıldığı, Eğitimci-Yazar Abdullah Yaşın’ın ‘Bütün Yönleriyle Cizre’ adlı kitabında; Paşa’nın kış aylarını Hamidiye Kışlasında, yaz aylarını ise Van Yaylalarında geçirdiği ifade edilir. Buradan hareketle Molla Said’in, Paşa’nın çadırına vardığı yerin Van Yaylalarından biri olduğunu çıkarabiliriz. Zaten Paşa da “Benim Cizre’de âlimlerim var” deyip Molla Said ile yayladan Cizre’ye doğru hareket eder. Düzeltme yapılan yazımda ise “Bediüzzaman, hayatında ilk defa bir Hamidiye Paşası olan Miran Aşiret Reisi Mustafa Paşa ile Cizre’de, Şeyhan Yaylasında karşılaşır” denilmektedir. Bu sebeple ilk karşılaşmanın Cizre’de olduğunun ifade edilmesi yanlış olmuştur. Hemen akabinden Şeyhan yaylasının zikredilmesi daha büyük bir yanlış anlaşılmaya sebep olur. Çünkü Şeyhan Yaylası Beytüşşebap ile Van bölgesi arasında yer almaktadır.
2- Devlet arşivlerinde Hamidiye Alayları tanıtılırken Miran, Keçan ve Ertoşi gibi aşiretlerin yaz mevsiminde Van vilayetinin Norduz Dağı yaylaklarına gittikleri ifade edilir. Bu konudaki belgeleri aynen aktarıyorum. İlgili linkten de bakılabilir:
“Miran ve Keçan 2692 (kişi) 2 alay teşkil ettikleri iş bu Aşiret, öteden beri hükümetin itaati altında bulunup senelik hayvan vergilerini tamamıyla devlet hazinesine 6000 lira kadar vergi vermektedirler. Kış mevsiminde Cizre, Musul arazisinde ve yazları da Van Vilayetinin Norduz Dağı yaylaklarına gidip, Cizre kazasına bağlıdırlar. Evvelce ve şu anda Aşiret reisi Mustafa Paşa kulları Padişahın muvaffakiyeti sayesinde 2 alay Hamidiye süvarisi teşkil ederek kıymetli bayrakları kendisine teslim etmiştir.” (http://f28.parsimony.net/forum68059/messages/1998.htm)
“Ertoşi 1800 (kişi) 1 alay teşkil etmişlerdir. İş bu Aşiret Musul vilayeti dahilinde ve Padişah arazisinde meskûn olup, yaz mevsiminde Van vilayetinin Norduz Dağı yaylaklarına giderler. Cesaretli ve terbiyeli bir Aşirettir. Musul vilayeti dahilinde diğer pek çok aşiret mevcut ise de, 4. Ordu Dairesi dışında bulunmasından ve o taraflara gidilememesinden dolayı haklarında lâzım gelen malûmat tamamıyla elde edilememiştir.”
3- Bu bilgileri teyiden muhterem Abdulkadir Badıllı Ağabeyin Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı eserine de bakalım:
“Bediüzzaman Molla Said-i Meşhur ara sıra, Van’ın etrafındaki kaza ve kasabalara da giderek ilmî toplantılar tertip eder, müşkil mes’eleler üzerinde tartışmalarda bulunurdu. Bir taraftan da aşâirin içlerini dolaşarak onların salâh-ı hallerine çalışırdı. Husûmet ve adavetlere müdahale eder, hemen barıştırırdı. Çok büyük aşiret ve kabilelerin de araları bozulduğu zaman, hemen müdahale eder, irşad eder, müsalâhalarını te’min ederdi. Hatta hükümetin, valilerin bile barıştırmaktan âciz kaldıkları Ertoşî aşiretinin Giravî kolunun reisi Şeker Ağa ile Miran Aşireti reisi Mustafa Paşa’yı bile barıştırarak, aralarında devam eden yayla hudutları üzerindeki muharebelerini durdurmuştur.”
Bu durumda devlet arşivleri ile Badıllı Ağabeyin tesbitleri uyuşmaktadır.
Netice itibarıyla şunu söyleyebiliriz: Molla Said, Mustafa Paşa ile Van vilayetine bağlı Norduz Dağı yaylaklarında görüşmüş. Cizre’de değil. Eğer Şeyhan Yaylası, Norduz Dağı yaylaklarına dahilse Badıllı Ağabeyin tesbiti doğrudur. Cizre’de görüşme konusu da tahminime göre Badıllı Ağabeyin ifadesi değil. Herhalde cümle yazılırken ‘Şeyhan Yaylası, Cizre’de’ diye algılanmış olabilir. Her halükârda Devlet belgelerine itibar etmemiz gerekir. Bu konularda yapılacak araştırmalarda, tesbitlerimiz ışığında düzeltmeler yapılması temennisiyle...
|
Mehmet Selim MARDİN
29.06.2007
|
|
Ganiyy
Allah (c.c.), Ganiyy’dir. Yani mutlak zengindir. Cenab-ı Hak, hadsiz varlık, tükenmez servet ve sonsuz hazineler sahibidir. Varlıkları, bitmez servet ve hesapsız zenginlik içinde yaratan Hâlık-ı Kerîmin, Kendisinin hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, bütün mahlûkatının ihtiyaçlarını ummadıkları yerlerden zengince ve bereketle verdiğini bize bu ism-i şerif bildirir. Ğaniyy ismi Kur’ân’da zikri geçen isimlerdendir. Cenab-ı Ğaniyy-i Kerîm bir âyette: “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz Allah Ğaniyy’dir ve Hamîd’dir,”1 bir diğer âyette de, “Sizden kiminiz cimrilik yapar. Cimrilik yapan bilsin ki, ancak kendine karşı cimrilik yapmış olur. Allah Ğaniyy’dir (zengindir), siz ise fakîrsiniz”2 buyurmaktadır.
Âlemdeki varlıklara bakıldığında, fakirlik ve kuruluk içinde büyük bir zenginlik izleri bulunduğunu kaydeden Bedîüzzaman, kıştaki toprağın ve ağaçların fakîrâne vaziyetleri ile bahardaki görkemli servet ve yüklü donanımlarını buna misal verir ve bu fakirlik içindeki zenginliğin ap açık ve zarûretle bir Ganî-i Mutlakın varlığına ve birliğine her taraftan pencereler açtığını beyan eder.3
Bediüzzaman’a göre, âlemin yaratılış çekirdeği insandır. Nitekim, insanın emelleri, arzuları ve düşmanları âlemin bütününe yayılmıştır. İnsan, ancak Ganî-i Mutlak ile gerçek doyuma ulaşabilir.4 Allah Ganî-i Muğnî’dir. Her şeyin anahtarı Ondadır. İnsan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.5
İnsanın elem verici fakirliğinin lezzetli bir hoş iştihâ olması için Ganî-i Mutlakın kulu olduğunun farkına varmasının yeterli olacağını vurgulayan Bediüzzaman, Cenab-ı Hakkın her baharda ve her yazda gaybtan ve hiçten, umulmadık yerden ve kuru bir topraktan, yüz defa, yeryüzü sofrasını ayrı ayrı yemeklerle donattığını, zamanın senelerinin ve her senenin günlerinin, bir biri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet yiyeceklerine birer kap ve Rezzâk-ı Rahîmin büyük ve küçük ihsânât mertebelerine birer sergi hüviyetinde bulunduğunu beyan eder.6
Bedîüzzaman’a göre, insanın fıtratına konulan dehşetli âcizlik ve fakirlik, insanın nihâyetsiz bir Ganî-i Kerîmin hadsiz tecellîlerine mazhar, geniş ve kapsamlı bir ayna olduğunu gösterir.7
Bedîüzzaman’ın bir niyâzı şöyledir: “Yâ İlâhena! Sensin Ganî-i Mutlak! Çünkü biz fakîriz. Fakrımızın eline, yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganî Sensin, veren Sensin.”8
Dipnotlar:
1- Lokman Sûresi: 26
2- Muhammed Sûresi: 38
3- Sözler, s. 606
4- Mesnevî-i Nuriye, s. 100
5- A.g.e., s. 111
6- Şualar, s. 62
7- Sözler, s. 291
8- Mektûbât, s. 234
|
29.06.2007
|
|
|
|