Dengeleri anlamak
Dikkatle baktığımız yerlerin resimleri, beynimizin bir yerlerine kaydedilir. Daha sonraki günlerde, arzu ettikçe, bu resimler bir albüme bakıyormuşuz gibi gözlerimizin önüne gelir. On yıl, yirmi yıl önce seyrettiğimiz manzaraları bugün de görürüz. Bazen hiç görmediğimiz yerler hayal ederiz. Bildiğimiz resimlerden ve cisimlerden yola çıkarak, görmediğimiz ve gerçekte var olmayan manzaraların seyrine dalarız.
Uzakları düşünürüz. Binlerce kilometre uzağa gideriz hayal âlemimizde. Meşakkatsiz yolculuklar yaparız. Tanıdık yüzlerle karşılaşır, konuşuruz. Hatta şakalaşır veya tartışırız. Geçmiş zamanlara uzanırız. Ölmüş kişileri düşünürüz. Yaşlı insanların gençliklerini görürüz. Kendi çocukluğumuzu seyrederiz.
Bütün bunlar için, yaşamakta olduğumuz ortamdan sıyrılarak şöyle bir dalmamız yeterlidir. Sonra omuzumuza dokunan bir el, bizi bin kilometre öteden yerimize getirdiği gibi; adımızı haykıran bir ses, otuz yıl önceden alarak zamanımıza ulaştırır. Bütün bunlar; bu seyahatler, buluşmalar, konuşmalar, zaman tünelinde yaşamalar hep oturduğumuz yerde ve birkaç saniyede meydana gelir.
Çoğu zaman bir alete ihtiyaç duymadan ellerimizle tartar, gözlerimizle ölçeriz. Görüş mesafemizi, baktığımız yerin uzaklığına göre kolayca, hatta farkına varmadan ayarlarız. Her adımımızı aşağıya, yukarıya ve ileriye doğru ölçüp atarız. Ellerimizle kaldırmak istediğimiz eşyanın ağırlığı kadar kollarımıza kuvvet yükler, kaslarımızı ona göre ayarlarız. Uyuruz, uyanırız. Ve rüya görürüz. Uyanıkken kolayca daldığımız hayaller ne kadar çeşitli, kıvrak ve renkliyse; rüyalarımız da o kadar değişik, uzak, yaman ve hayret verici olur. Bazen çocukluğumuza, bazen yaşlılığımıza, bazen hiç görmediğimiz yerlere gideriz. Bazen henüz meydana gelmemiş bir olayın habercisi olur rüyamız. Düşüncenin ve tahayyülün verimli ortamı olan uyanıklıktan çok uzakta olduğumuz halde, bir takım işaretler gösterilir bize. Hem gece karanlık, hem gözlerimiz kapalı, hem de uykudayız. Buna rağmen görüyor, konuşuyor, seyahat ediyoruz.
Bir olay meydana gelmeden, şu veya bu şekilde yaşanacak olayı hissedenler az değildir. Buna önsezi (hissi kabl el vuku) denir. Altıncı his sözüyle de aynı şeyi ifade ederiz.
İnsanın herkes tarafından hemen görülen ve anlaşılan biyolojik varlığıyla birlikte, manevî bir genişlik ve derinlik sahibi olduğu da bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. İnsanı biyolojik yapısının yanı sıra manevî ve ruhî yapısıyla da ele alıp incelemeden tam olarak anlayamayız. İnsanın üstün yaratılışını kavramak, maddî ve manevî yönlerini birlikte kabul edip tanımakla mümkündür.
Seven, nefret eden rüya gören, hayallere dalan, bir takım his ve duygulara sahip olan insanın manevî yönünü görmemek, inkâra kendi benliğinden başlamak olmaz da, ne olur? Kendini inkâr, farkına varmadan da olsa, kendi kişiliğiyle savaş anlamına gelir. Bu savaşa bulaşanlar, gerçek mutluluğu yakalayamazlar.
İnsanın maddî yönünü görüp manevi yönüne gözlerini kapayan; dar açıdan bakmayı, tek kanatlılığı ve basitliği tercih etmiş olur. Böyle bir tercih başlı başına bir kısmetsizlik ve anlayış kıtlığıdır. Bahtını bed yapmanın çıkmaz sokağı, hatta uçurumudur. Maddeye maneviyat açısından bakamayan, sevgisiz bir dünya kurar. Sadece gördüklerine inanan; aklı, ruhu, melekleri kavrayamaz. Yalnız necaseti pislik olarak kabul eden, hadesten taharetin gereğine akıl erdiremez.
İnsanın mükemmel varlığını kavrayamayan, köpeğine de insan adı koyar. Maneviyatı kabul etmeyen, aşkı nasıl izah eder? Sevgi-nefret denklemini nasıl çözer? Uykuyu, rüyayı, hayali ve önseziyi nasıl yorumlar? Başta yalnız bir şeyi kabul etmediğini sanırken, yüzlerce gerçeği reddetme girdabında boğulup gitmekten nasıl kurtulur?
[email protected]
|
Ali BOZKURT
26.06.2007
|
|
Çocuğunuzun ruhsal gelişimini de önemseyin
Aileler çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayabilmek için sürekli çalışıp didinmektedir. Ancak yine de yetişkinler çocuklara yeterli eğitimi veremediklerini düşünüyorlar. Ebeveynler bize gönderdikleri elektronik mektuplarda, çocuklarıyla iletişim kuramadıklarından dert yanıyorlar: ‘Onun için tüm imkânlarımızı seferber ettik. Özel odası var, bilgisayar aldım. Özel okula, dershaneye ve etkinliklere gönderdim. Ama o hiçbir sorununu bizimle paylaşmıyor, odasına girip saatlerce bilgisayar oynuyor. Evden bir çıkıyor, gidiş o gidiş. Saatlerce sokakta kalıyor. Kiminle arkadaşlık ediyor, nerelere gidiyor bilemiyorum. Nerede yanlış yapıyoruz? Üzerine gidince daha da kötü olacak diye korkuyorum…’ Uzayıp giden bu yakınmalar, ailelerin çaresizlik dolu ve ne yapacağını bilemeyen sözleriyle son buluyor.
Çocukların mutlaka şartsız sevilmesi gerekir. Onun teknolojik gereçlerden, iyi eğitim hizmetlerinden yararlanması çocuğun gelişimi açısından çok önemlidir. Ama bunun yanında çocuğun ruhunun da doyurulması; sevgi, şefkat, özgüven, empati, sabır, inanç vb. duygularının da güçlenmesi sağlanmalıdır. Günümüzde ailelerde, hem anne hem de baba çalışmakta ve çocuk okuldan gelince ya televizyon karşısında ya da bilgisayar oyunlarıyla vakit geçirmektedir. Akşam eve gelen ebeveynler biraz yorgunluktan biraz da gün boyu yaşadıkları stresten, çocuklarıyla ilgilenemediklerini söylemektedirler. Ailelerin çocuklarıyla bulundukları süre içerisinde sağlıklı iletişim kurması; onun sevgi ve şefkati aile dışında aramasını önler. Yaşadığımız çevrede farkında olmasak da çocuğu kötü alışkanlıklara yöneltecek pek çok ortam ve kişi bulunmaktadır. Gençler, kendilerini özel ve değerli hissetmek isterler. İşte gençlerin bu zayıf noktalarını yakalayan kişiler, birkaç güzel söz ve cesaret verici davranışla genci kötü alışkanlıklara sürüklemektedir. Çocuğunun birtakım sorunları olduğunu düşünen ailelerin mutlaka bir uzmana başvurmaları gerekir.
Ebeveynler çocuklarla rahat iletişim kurabilecekleri ortamlar oluşturmalıdırlar: Hep birlikte yemek yiyin. Çocuklar her sorulan soruya ‘‘evet, iyi, tamam, bilmiyorum’’ gibi kısa cevaplar verebilirler. Onlara okula giderken yaşadığınız olumlu ve komik olayları anlatın. Ailenin genelini ilgilendiren bir karar alırken, mutlaka onlarında düşüncesini öğrenin. Okula gitmek için veli toplantılarını beklemeyin. Zaman zaman öğretmeniyle görüşün ve arkadaşlarının davranışlarını gözlemleyin. İlköğretime devam eden çocuğunuzun bilgisayarını odasına değil, görebileceğiniz bir yere koyun. Çünkü çocuk odasına gittiğinde internette kimlerle iletişim kurduğunu ya da zararlı web sitelerine girip girmediğini anlamanız güçleşir. Bilgisayara koruyucu programlar alın. Akraba ziyaretlerini önemseyin. Çocuğunuzun büyükanne, büyükbaba, dayı, teyzeyle de iletişim kurmasını teşvik edin. Ona güvendiğinizi hissettirin ve yapamayacağı görevler vermeyin. Ödül ve ceza verirken aşırıya kaçmamaya özen gösterin.
|
26.06.2007
|
|
Açıköğretim okullarını küçümsemeyin
Eğitim, hayatımızın sonraki dönemlerindeki başarılarımızı, hayat tarzımızı ve beklentilerimizi etkilemektedir. Günümüzde düşünen, sürekli kendini geliştiren ve teknolojiyi kullanan bireyler daha kolay iş bulmakta, kendilerini daha rahat ifade edebilmektedir. Bugüne kadar farklı sebeplerle okuyamamış ya da eğitimini yarım bırakmış gençlerimizin önlerinde Açıkilköğretim okuluna gitme şansı bulunmaktadır. Verilen kitap ve kaynaklardan kendi kendine evde ders çalışan, televizyondaki yayınları izleyen ve sürekli öğrenmeyi ilke edinen gençler, mutlaka başarılı olacaklardır.
Eğitimin hayatımızın sonuna kadar devam eden bir süreç olduğunu unutmamalıyız. Açıkilköğretim okulunu bitiren öğrenciler; kendi tercihlerine göre Açıköğretim Lisesi’ne veya Açıköğretim Meslek Lisesi’ne kayıt yaptırabilmektedir. İlköğretim Okulu mezunu gençler de Açıköğretim Lisesi’ne başvurabilirler. Açıköğretim Lisesine yaklaşık 250 bin kişi devam ediyor. Bu okullara devam eden öğrencilere bütün eğitim gereçleri (yardımcı kitaplar, ders kitapları) kayıt sonrasında verilmekte ve rehberlik hizmeti de sunulmaktadır.
Açıkilköğretim okuluna devam eden ve sınavlarda geçersiz not alan öğrenciler, 23–24 Haziran’da not yükseltme sınavlarına girdiler. Yine Açıköğretim Lisesi sınavları da aynı tarihte yapıldı. Açıkilköğretim Okulu’ndan mezun olanlar 9 Temmuz tarihinden sonra Halk Eğitim merkezlerinden diplomalarını alabilecekler. Bu yıl Açıköğretim Lisesi ders kitaplarının teslimi ile ilgili farklı bir sistem uygulanıyor. Önceki yıllarda öğrenciler kayıt sonrasında Halk Eğitim Merkezleri’ne gidip, kitaplarını alabiliyordu. Millî Eğitim Bakanlığı bu yıl, öğrencilere kolaylık sağlamak amacıyla kitapları öğrencilerin adreslerine kargoyla gönderiyor. Ancak kimi öğrenciler kitapların kendilerine ulaşmadığından dert yanıyorlar. Bu sorun aşıldığında sistem daha hızlı çalışacağa benziyor.
Açıkilköğretim Okulu ve Açıköğretim Lisesi’ne kayıt yaptırmak isteyenlerin, gerekli evrakları hazırlayarak başvurmaları gerekiyor. Geleceğini şansa bırakmak istemeyen gençlerin, Açıkilköğretim Okulu ve Açıköğretim Lisesi’nde devam etmelerini tavsiye ediyoruz. Çünkü sadece öğrenen ve araştıran bireyler kendileri için en doğru eğitimin hangisi olduğunu öngörebilirler.
Açıköğretim Fakültesi ile ilgili merak edilenler…
Açıköğretim Fakültesi ile ilgili gençlerden pek çok soru geliyor. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, kaliteli eğitim anlayışıyla dünyanın sayılı üniversiteleri arasında bulunuyor. Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fevzi Sürmeli 2006–2007 kayıt kılavuzu ön sözünde şu noktaların altını çiziyor: ‘‘Üniversitemiz, uzaktan eğitim programlarında çağdaş eğitim teknolojilerinin tüm olanaklarını kullanmakta, öğrencilerimizin başarısını yükseltecek öğrenme ortamlarını sürekli yenilemekte ve geliştirmektedir. Kitaplar, akademik danışmanlık hizmetleri, bilgisayar destekli eğitim hizmetleri, televizyon programları, sınava hazırlık canlı yayın programları, internet üzerinden verilen öğrenci destek hizmetleri her yıl biçim ve içerik açısından yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmekte ve zenginleştirilmektedir. Ayrıca internet ortamındaki e-Öğrenme Portalı, deneme sınavları (e-Sınav), alıştırma yazılımları (e-Alıştırma), ders kitapları (e-Kitap), danışmanlık hizmetleri (e-Danışmanlık), televizyon programları (e-Televizyon) ve sesli kitaplar (e-SesliKitap) ile zengin bir eğitim ortamında sizlere hizmet vermektedir.’’ Açıköğretim sistemine göre öğretim yapan fakültelerde derslere devam zorunluluğu yoktur. Daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler www.anadolu.edu.tr internet adresini takip edebilirler. Şimdiden kolay gelsin!
[email protected]
|
Mustafa OĞUZ
26.06.2007
|
|
Sırt çantam umut dolu
Bahçedeki ağacın gölgesine oturmuş, karşıdaki kavak ağacının ince yapraklarının rüzgârda dalgalanışını tuvale çizmeye çalışıyordu. Ilık bir yaz sabahıydı. Hayatının en güzel anını yaşıyordu belki de. Yanında duran vişne tabağından bir vişne alıp güneşe doğru tuttu. Sürekli hayal etmek onu çok mutlu ediyordu. Bazen yanlışlık yaptığında da mutlu olur; ''Şimdi yeniden başlayabilirim'' derdi. Hadi tebessüm serpin yeryüzüne!
"Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile. Gülümsemene kimin, ne zaman, âşık olacağını bilemezsin" (Gabriel Garcia Marquez). En mutsuz, sıkıntılı anınızda bile tebessüm ederseniz, sıkıntılarınızın büyük bölümü yok olur. Gülümseyerek, hiç farkında olmadan pek çok insana mutluluk aşıladığınızı ve yaşama sevinci verdiğinizi de unutmayın.
|
26.06.2007
|
|
Geleceğe hazır olmak için okul yaptırmak
Düşman, çok güçlü bir ordu ile saldırmak üzere yola çıkar, bunu öğrenen ve aslında sakin bir hayat yaşayan halk paniğe kapılır. “Düşman geliyor, buna nasıl engel olalım?” diye tasalanırken, bir bilge ortaya çıkar; “Okul yaptırın” der. “Buna zaman mı var? Düşman bugün yarın buraya ulaşır” diye halk arasından itirazlar yükselir. Bilge gülümser: “Belki bu gelişlerinde onlara direnemeyiz; ama gelecek sefer için hazır oluruz.”
|
26.06.2007
|
|
Uygunsuz gerçek
“Bugünleri de mi görecektik!” derlerdi yaşlılarımız, alışılmamış bir durum, bir davranış ya da bir olay karşısında; sonra da “Ahirzaman” deyip gizli yorumda bulunurlardı. Gerçekten de ahirzaman mı, bir bakalım:
I
Onlarda: Sarkozy, Başbakan François Fillon hükümetine rötuş yaparak aralarında yabancı kökenlilerin de olduğu yeni kabinesini kurdu. Sarkozy, cumhurbaşkanı seçildikten sonra kurduğu ilk kabinede Fas-Cezayir kökenli Rachida Dati’yi Adalet Bakanlığına getirmişti. Şimdi Dati’nin yanı sıra iki Müslüman kadın daha atandı. Cezayirli Fadela Amara ve Senegal asıllı Rama Yade. (Gazeteler, 20 Haziran 2007)
Bizde: “Yüzde 99’u Müslüman olan” ülkemizde bırakın dört tane farklı dinden bakan atamasını, bir tane bile atansa kıyamet kopmaz mıydı sizce de? Yeni Mecliste de kaç tane gayr-i müslim milletvekili olacak acaba, hiç merak ettiniz mi? Tarhan Erdem’in KONDA’sının yaptığı araştırmaya göre, bugün nüfusumuz 70 milyon. 70 milyonda yaklaşık gayr-i müslim sayısı 80-100 bin kişi civarında. Altındal’ın Kanal Türk’teki röportajına göre, 100 yıl önce yuvarlak hesap 8 milyon civarında gayr-i müslim yaşıyordu bu topraklarda. 8 milyon kişinin ise, 19 tane vakfı vardı. Yeri gelince Osmanlı ile övünen biz, 1. ve 2. Meşrûtiyetteki gayr-i müslim sayısının zekâtını bile barındırmaktan aciziz yüce Meclisimizde. Hoş, asillerini barındıramadığımız bu topraklarda, vekilleri de barınabilir miydi hiç?
Dünyayı Türk yapma peşinde koşan kızıl elmacılardan, bütün dinlere, her türden inanışa karşı çıkan CHP’yle temsil edilen malûm zihniyet, Hıristiyanları bu ülkeden kaçırtırken, Müslümanlar gün yüzü mü gördü sanki?
II
Onlarda: İngiltere Veliaht Prensi Charles’ın isteği üzerine bestelenen Esma’ül Hüsna (Allah’ın Güzel İsimleri) adlı eser 22 Haziran’da Londra’daki Westminister Katedrali’nde yankılandı. Tutucu Katolikler’i kızdıran eser, İngiltere’nin yaşayan en önemli bestecilerinden biri olan John Tavener’in imzasını taşıyor. Eser, esin kaynağını Kurân’da geçen Allah’ın 99 isminden alıyor. Konser öncesi katedral önünde uzun kuyruklar oluştu. Seyircilerin yerlerini almasının ardından 200 kişilik dev BBC senfoni orkestrası sahneye çıktı. Jiri Belohlavek’in küratörlüğünde ve John Mark Ainsley’in tenorluğunu yaptığı ekip, Esma’ül Hüsna’yı seslendirdi. 3 bine yakın seyircinin doldurduğu katedralde “The Beautiful Names” (Güzel İsimler) adı altında okunan isimler salonda büyük bir hayranlıkla dinlendi. Yaklaşık 2 saat süren konserin ardından seyirciler dakikalarca orkestra ekibini ayakta alkışladı. Galler Prensi Prens Charles, müzisyenleri sahneye gelerek kutladı.
Bizde: Siz bu icraatın tersinin bu ülkede gerçekleştiğini düşünebiliyor musunuz? Bırakın Başbakan’ın oğlunun isteğiyle farklı dinden bir ilahi seslendirilsin, neler olurdu kimbilir? Tarihteki farklılıklarıyla övünen, kiliseyi, havrayı ve camii birlikte, aynı caddede barındıran biz miydik acaba? Onlar biz olsaydık, Hrant Dink öldürülmezdi sanırım!
Sonuç: Dedik ya bir tuhafız? Şu halimizle herhangi bir tanıma, bir kalıba girmemiz zor. Hoş, dünya da gittikçe karışıyor, işler karmaşıklaşıyor. İslâmiyet’i kabul etmede ve ona sarılmada büyük artışlar var. İnsan türü, değerler bütünü olan İslâmiyet’i arıyor ve buluyor. Bu arada aman bizi görmesinler, yoksa vazgeçerler! Dedim ya, uygunsuz gerçeğin tâ kendisiyiz biz.
|
B. Sait ÇİFTÇİ
26.06.2007
|