Daha evvel de kısmen bahsetmiştik. Yeni bir seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde, kıymetli okuyucularımızdan, dost ve kardeşlerimizden çok sayıda mesajlar alıyoruz.
Yurt içinden olsun, yurt dışından olsun, daha evvel eşi benzeri hiç görülmedik ölçüde gelen bu mesajlar, yön ve mahiyet itibariyle ikiye ayrılıyor:
Bir kısmı tebrik, takdir, duâ, müzakere, muhakeme ve paylaşım ağırlıklı.
Diğer kısmı ise, daha ziyade tenkit, techil, tahkir, itham, isnat, karalama şeklinde devam edip gidiyor.
Bu tenkitçi dostların bir kısmını gayet yakından tanıyoruz. Onların yapıcı ve samimi olan tenkitlerini yine de saygıyla karşılıyoruz.
Ancak, tenkidin yanında, bazıları bize ayrıca "Demokratlık" dersini vermeye kalkışıyor ki, asıl acipliği, tuhaflığı, bu noktada yaşıyoruz.
Buna rağmen, yine de kırmadan, dökmeden, nazik bir lisan ve mülâyim bir üslûpla şahit olduğumuz şu gerçekleri hatırlatmak durumunda kalıyoruz:
"Bak, kıymetli dostum. Gayet iyi biliyoruz ki, sen geçmişte de hiç demokrat olmadın. Demokrat misyonu temsil eden partilere hiç teveccüh göstermedin. Her seçim devresinde bir başka partiye yöneldin, bir başka kulvarda siyaset koşturdun. Senin siyasî çizginde istikrardan, istikametten eser yok. Yani, hep Demokrat'ın dışında kaldığın ve zigzaglarla dolu bir geçmişe sahip olduğun halde, şimdi gelmiş bize Demokratlık dersini vermeye kalkışıyorsun. Ne yüzle ve hangi hakla? Kusura bakmayın, ama bu noktada sizden ders almaya hiç mi, hiç ihtiyacımız yok.
"Ayrıca, bizi ikna etmek için de kendinizi yormayın. Biz, altmış yıldır hiç değişmeyen çizgimizle, hiç kırılmayan istikametimizle, hiç bozulmayan düstûrlarımızla ve daima istişareye dayanan kararlarımızla, zaten yeterince ve dahi tereddütsüzce ikna olmuş durumdayız. Ama görülüyor ki, siz ciddî tereddütler yaşıyor ve kendinizden tam emin değilsiniz. Zaten, halinizden emin olamadığınız içindir ki, zaman zaman hiddet ve öfke ile üzerimize geliyorsunuz.
"Ha, bir de şu 'sayısal üstünlük' kriteriyle ahkâm kesmek hiç doğru değil. Zira, yegâne ölçü bu değil; belki bu, tâli derecedeki ölçülerden sadece bir tanesidir. Kaldı ki, geçmişte bu ölçüyü de esas almış değilsiniz. Yani, bu ölçüyü bile işinize geldiği zaman geçerli saymaktasınız. Lütfen, ciddî ve tutarlı olalım.
"Ayrıca bilin ki, bu 'sayısal hamurlu siyaset' çok su kaldırır. İyisi mi, gelin sizinle siyaset dışında konuşalım ve yine dost olalım, dostça kalalım. Zira siyaset, bizim en mühim, en öncelikli meselemiz değil. Ne var ki, öyle müvazeneyi bozarak, düstûrları karıştırarak ve zihinleri bulandırmaya çalışarak, başımızı ağrıtmaya ve bizi bu meselede konuşmaya mecbur bırakmaktasınız. Aynen, geçmiş dönemlerde de olduğu gibi... Ne yapalım, demek ki bizim de kaderimiz böyle."
Evet, mecburiyet hasıl olduğunda, bazı dostlarımıza bütün bunları söylemek durumunda kalıyoruz. Tabiî, kimine faydası oluyor bunların, kimine ise hiç olmuyor.
Bilhassa, dini siyasete karıştıran kimi dostlarımız, kelimenin tam anlamıyla "tarafgirlik siyaseti" güttüğü için (veya o hale getirildiği için), ne dediğimizi bir türlü anlamıyor, yahut anlamak istemiyor.
Doğrusu şu ki, dine siyaset karıştırıldığı yerde, tarafgirlik marazı da kaçınılmaz oluyor. Zira, siyasete de din gibi bakılıyor ve bu durumda taraf olmak adeta farz derecesinde görülüyor.
Öyle ya, kişi, din meselesinde olduğu gibi, dine nisbet edilen siyaset meselesinde de tarafsız kalmayı elbette ki düşünemez bir hale gelir; kesin ve keskince bir tarafgir olur.
İşte size, tarafgirlik marazının çıktığı en koyu ve en karanlık dehlizden çarpıcı bir misâl.
Gerekçeler
Bize demokratlık dersi vermeye kalkışan dostlarımıza hatırlatmak isteriz ki, Üstad Bediüzzaman'ın "siyasetteki muktesit meslek" tercihi ile "Ahrar ve Demokratlara nokta–i istinat olma" yönündeki gerekçesi, bazılarının zannettiği gibi öyle bir–iki maddeden ibaret falan değil.
Burada, o haklı ve tutarlı dâvânın gerekçelerinden belki otuz–kırk tanesini ardı ardına zikretmemiz mümkün. Kaldı ki, bunları çeşitli vesilelerle peyderpey zikrederek yorumlamaya çalışıyoruz.
Dolayısıyla, bütün bu gerekçelerin tamamını (hiç olmazsa kısm–ı âzamını) birlikte düşünmek ve yekûnunu dikkate alarak yorum ve değerlendirmelerde bulunmak gerekiyor. Aksi halde, isabet kaydetmekte ve istikameti muhafaza edebilmekte büyük müşkilât çekilir.
Hamdolsun ki, bu noktada tam bir vicdanî ve kalbî rahat içindeyiz.
Zira, bu meselede de, Hz. Bediüzzaman'ın Kur'ân'ın feyziyle vâz etmiş olduğu hakikatli ölçü ve prensipleri esas almaktayız. Altmış yıllık demokrasi tarihimizde, bu temel çerçevenin dışına çıktığımızı kimse çıkıp iddia edemez.
Çizgimizi, istikametimizi beğenmeyen, hatta şiddetli muhalefet edenler dahi, çıkıp bu istikametli gidişi tekzip edecek bir iddiada bulunamaz. Kaldı ki, sözünü ettiğimiz istikametli içtimaî çizginin, bir de Cumhuriyet tarihi öncesi var.
Meselâ, Üstad Bediüzzaman, Demokratların öncüsü olarak gördüğü Ahrar Fırkasına daima destek vermiş, onlara daima istinat noktası olmaya çalışmıştır. Üstelik bu desteğini, katılmış oldukları seçimlerde başarılı olup olmadıklarına hiç bakmaksızın sağlamış. Zira, muvaffak olup olmamak Allah'ın vazifesidir; ki, onu da bir "vakt–i merhun"da gizlemiş.
Üstad Bediüzzaman, "Otuz beş sene sonra dirildi" dediği Ahrar'ın devamı mahiyetinde gördüğü Demokratları da, yine aynı gerekçelerle desteklemiş ve bu iki parti arasındaki "kök bağlantısı"nı özellikle nazara vermiştir. Bu da gösteriyor ki, "Ahrar–Demokrat misyonu"nda kök ve köken bağlantısının da aranması ve bulunması gerekiyor.
Dolayısıyla, kök bağlantısı bulunmayan bir parti nevzuhûrdur, Ahrar'ın, Demokrat'ın devamı, yahut onların misyon takipçisi olamaz.
Yarın, "Demokrat Nur Talebeleri."
19.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|