İstanbul Büyükşehir Belediyesi KÜLTÜR A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Bayhan, Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı. Bayhan, devam eden ‘seyyar kitap’ uygulaması ile İstanbul’u bir kütüphaneye çevirmek istediklerini söyledi.
*Kültür A.Ş. olarak bugüne kadar yaptıklarınızı kısaca özetleyebilir misiniz?
İstanbul Büyükşehir Belediyemizin kültür politikalarını uygulayan bir şirketiz. Dolayısıyla sayın Büyükşehir Belediye Başkanımızın yapmak istediği her şey Kültür A.Ş. olarak yapıldı. Bunların başında İstanbul Kültür Gezileri, Haliç Kültür Gezileri, Cemal Reşit Rey’deki 100’e yakın konser, aynı şekilde anma günleri. San’atının 40’ıncı, 50’inci yıllarında olan san’atçılarımızın günlerini kutlama programı düzenledik. Kitaplarımız basılıyor. Bunun yanında ‘Seyyar Kitap’ projemiz var. Seyyar Kitap projemizde 18 kitap basılmış oldu. Bununla, ‘İstanbul’u bir kütüphaneye çevirelim’ dedik. Kültür merkezleri var. Kültür merkezlerinin işletmesi devam ediyor. Kültür günleri ve kültür köprüleri; İstanbul-Endülüs Köprüsü, İstanbul-Tiflis, İstanbul-Şam, İstanbul-Halep Millî Kültür Haftaları yapıldı. En son Tataristan Kültür Günleri kutlandı.
Her hafta 60, ayda 300’e yakın etkinlik yapılıyor. Hangi etkinlik, nerede, ne zaman yapılacak diye ilgili ajandalar bastırıyoruz. Diğer taraftan bizim “İstanbul Kitapçımız” var. İstanbul Kitapçısı çok önemli; şöyle ki: İstanbul üstüne söylenmiş, yazılmış, çizilmiş ne varsa hepsini görebileceğiniz bir müze kitapçı, Beyoğlu’nda. Orayı biraz daha aktif hale getirdik. Yeni işletme mantığıyla hizmet sunmaya başladık. Yeni açacağımız şubelerle daha geniş noktalara taşıyacağız. Bunun yanında Miniatürk’e yeni eklemeler yaptık. “Kırk Çeşmeler” gibi.
İSTANBUL, TARİHTE DE SUSUZ KALMIŞ
“Kırk Çeşmeler”in hikâyesi şöyle: Kanunî Sultan Süleyman zamanında İstanbul susuz kalıyor. Vüzera Kanunî’ye geliyor, diyor ki: “Ümmeti İslâm su bulamıyor.” Ve padişah beyninden vurulmuşa dönüyor. Mimar Sinan’ı çağırıyor. Mimar Sinan gelince, “İstanbul’a 40 çeşme istiyorum. Bununla ilgili çalışmalarını yap” diyor. Mimar Sinan da Eyüp, Kemerburgaz, Kâğıthane ve Alibeyköy civarında ciddî bir çalışma yapıyor. Çalışma sonunda Kanunî’nin huzuruna geliyor diyor ki; “Hünkârım 40 çeşmeden su akıtmak mümkün. Lâkin buradan Kemerburgaz’a kadar altın keselerini uç uca eklemeniz lâzım.”
Kanunî de, “Sen suyu akıt, ben uç uca değil, gerekirse yan yana dizerim keseleri.” Ve İstanbul’da gerçekten o gün büyük rahatlık oluyor. Öyle ki, İstanbul cennet bahçelerine dönüyor. İstanbul her taraftan göç almaya başlıyor. O zaman şehir bilimcileri, “Acaba hata mı yaptık?” diyorlar. Netice olarak “Kırk Çeşme”nin maketini Miniatürk’e kazandırmış olduk. Sonra, Mekteb-i Sultanî vardı. İstanbul’un en eski lisesi onu koyduk Miniatürk’e. Sultanahmet Meydanı’nı yeniden asıl hüviyetine kavuşturduk.
Ayrıca Miniatürk’e gelenlerin burada vakit geçirebileceği mekânlar oluşturduk. Oturabileceği, dinleneceği yerler oluşturduk. Daha da kültürel bir boyut kazandırdık. Miniatürk’te bu sene bir alanı sergi alanı düzenledik. Şu an İSMEK’in sergisi duruyor. Ayrıca burada her Cumartesi saat 16:00-17:00 arası Mehter gösterimiz başladı. Çocuk korolarımız gösterilerini yapıyor. Palyaçolar, temaşa san’atımızın ünlü simgeleri Keloğlandır, Nasrettin Hoca’dır işte hafta sonları çocuklarımız burada hoş vakit geçiriyorlar. Kısacası burası yaşanılan bir mekân haline getirildi.
Yerebatan Sarnıcımız vardı. Sadece turistik mekân olarak kullanılıyordu. Orada da ney akşamları, şiir akşamları, tasavvuf musikisi akşamları şeklinde bir kültürel mekâna dönüştürüldü. Diğer kültür mekânlarında da yüzde yüz doluluk sağlanacak şekilde gerekenler yapıldı.
*Sultan II. Abdülhamid Han’ın çektirdiği fotoğraflardan oluşan bir albüm yayınladınız. Sultan II. Abdülhamid Han’ın fotoğraf merakı ve albümleri hakkında bilgi verir misiniz? Yayınladığınız bu albümün devamı gelecek mi?
İstanbul’un her yanı, karelenmesi gereken, tarihe taşınması gereken bir mekân. Biz daha önce de prestij kitaplar yayınlıyorduk. Kültür başkenti İstanbul’u; müzeleriyle, camileriyle, saraylarıyla, köprüleriyle, çeşmeleriyle sinagog ve kiliseleriyle ciddî bir şekilde kitaplaştırmış olduk. Biz, ‘İstanbul dünyanın en güzel şehridir’ diyoruz. ‘Burada yaşayan yabancı gazeteciler acaba İstanbul hakkında ne düşündü?’ Onunla ilgili olarak da ‘Yabancı Gazeteciler gözüyle İstanbul’ adlı kitap yayınladık.
Bununla şunu demek istiyorum: Şu anda bizim merak duyduğumuz konuyu o zamanın devlet başkanının duyması enteresan bir duygu. İstanbul’u kare kare, sokak sokak ve obje obje günümüze kadar taşıması bize bırakılacak en güzel miraslardan biridir diye düşünüyorum. Çünkü o fotoğraflarda sadece mekânlar günümüze taşınmıyor. Sadece o zamanın sokakları, o zamanın caddeleri, o zamanın manzaraları günümüze taşınmıyor. O zamanın sosyal dokusu da, bir kahvehane hayatı, bir piknik hayatı, bir sokak hayatı da günümüze kadar taşınmış oluyor. Ve biz, bir anda bir kare ile yüz sene öncesine gidip, yüz sene önceki İstanbul’u izlemiş oluyoruz.
Bu tabiî Sultan Abdülhamid Han’ın sadece ‘merakı’ da değil. Bunu bir görev olarak addetmesi de çok önemli. Sadece İstanbul ile sınırlı kalmamış. Aynı şekilde Osmanlı coğrafyasını da çok güzel bir şekilde fotoğraf kareleriyle kaydettirmiş. Bu da yetmemiş Japonya’da, Almanya’da, Amerika’da ve dünyanın diğer çeşitli ülkelerinde de ciddî çalışmalar yaparak, dünyanın en iyi fotoğrafı, en iyi fotoğraf makinasını ve en iyi fotoğrafçısını benimsemiştir.
*Uzun dönemde Abdülhamid Han’ın çektirdiği bütün fotoğrafları yayınlamak gibi bir projeniz var mı?
Tabiî ki bunlar çok pahalı projeler. Sayın başkanımızın himayelerinde gerçekleştiriliyor. Bu arz talep meselesi biliyorsunuz. Kaynaklar oluşturulabilirse ve talep de şu anki seviyesi ile devam ederse. Tabiî ki diğerleri de yayınlanır. Bunlar bir hazine, bu hazinenin değerlendirilmesi lâzım.
* İlgili albüm, dijital ortama alınabilmiş mi?
O konuda güzel bir çalışma olmuş. Biz 2005 yılında yola çıkarken, Hakan Yılmaz Bey sağolsun, bir gazeteci olarak yurt içi ve yurt dışında ciddî bir iz sürdü. İstanbul Üniversitesinde de var bu fotoğraf örnekleri. IRCICA (** İslâm Sanat Kültür Araştırma Merkezi) bunu sanal ortama, bilgisayar ortamına aktarmış. Bu durum bizi çok sevindirdi. Böyle olunca IRCICA ile birlikte bu eser ortaya çıkmış oldu. Fotoğraflar şu an IRCICA’nın denetimindeki Yıldız Sarayında bulunuyor, muhafaza ediliyor bu açıdan şanslıyız. Bizim bu çalışmayla hedefimiz bir çığır açmaktı. Diğer yayınevleri de daha değişik projelerle bu hazine ve benzeri hazineleri inşaallah gün yüzüne çıkacaktır.
*Büyükşehir Belediyesi, ‘temiz internet evleri’ kuruyor. Siz de İstanbul’un dört bir yanını saracak şekilde ‘okuma evleri/ odaları’ kurmayı düşünür müsünüz?
Sayın Başkanımız bu konuda gerçekten çok gayretli ve duyarlı. Biz sadece belirli mekânları değil, İstanbul’un genelini açık hava kütüphanesine dönüştürmeyi düşünüyoruz. İnsanlarımızın okumadığı, okumama hastalığına dûçar olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yaptığımız araştırmalarda, okumama bahanesi olarak 3 ana mazeret karşımıza çıktı. Birincisi, ‘Param yok alamıyorum.’ İkincisi, ‘Vaktim yok okuyamıyorum.’ Üçüncüsü de ‘Kitap çok seçemiyorum. Zaten kısıtlı bir zamanımız var. Hangi kitabı okuyacaksın vazgeçiyorum’ deniliyor.
Bu üç derde biz deva olalım düşüncesiyle, ‘seyyar kitap’ projesini geliştirdik. Okuyan bir toplum için ücretsiz kitap kampanyası. Bu kitaplarımız çok tutuldu. Metro’nun, İDO’nun ya da insan sirkülasyonunun çok olduğu yerlerde bunlar hizmete sunuldu, dolaşıma sokuldu. İnsanlarımız para vermeden alıyorlar, dolayısıyla zaman da harcamamış oluyorlar. Zaten her halükârda yolculukta geçecek zamanlarını ona ayırdıkları için fazladan zaman harcamamış oluyorlar. Bir diğer konu da; heyetimiz konusunda gerçekten uzman ve ehil insanlardan oluşan bir ekip.
Bunlar olurken, bir grup da dedi ki: Evet biz okumak istiyoruz, ama göremiyoruz. Bizi niye unuttunuz? Haklılardı. Onlar için de çeşitli seyyar CD’leri devreye soktuk. İnternet evlerinin de günümüzde büyük bir açığı kapatacağını düşünüyorum.
*Seyyar Kitap projesi devam edecek mi? Nasıl bir geri dönüşüm aldınız?
Bu projeye başlarken biraz tereddüdümüz vardı. İnsanlar bu kitaplarımızı alır mı? Amacı dışında kullanırlar mı? Çöpe atarlar mı? Yahutta bunları tabir-i caizse çerez külâhı olarak kullanırlar mı? Hiç bir kitabımız çöpte ya da olmaması gereken yerde görmedik. Bu kitaplar okumaya uygun. Ancak, biz şöyle bir planlama yapmıştık: “Bunların yüzde 50-60’ı evlere gider, kalan yüzde 40’ı dolaşımda olur.” Ama görünen o ki, yüzde 70’i evlere gitti. Bu da sevindirici birşey. Eve gittiğinde o kitaptan en az 5 kişi istifade ediyor diye düşünüyorum.
Takip ettiğimiz kadar şu anda 100 bin kitap dolaşımda, seyahatte. Güzel bir gelişme de şöyle oldu: Demiryolları Genel Müdürlüğünden güzel bir talep geldi. Dediler ki, ‘Bu kitaplar sadece İstanbul’a has kalmasın. Anadolu da istifade etsin.” Biz yaptığımız protokolle kitapları Haydarpaşa’dan trenlerle Anadolu seferine de çıkarmış olduk. Dolayısıyla Haydarpaşa’dan yola çıkan insanlar aldıkları kitapları Anadolu’ya kadar taşımış oluyorlar. Yakında belki yurt dışına yönelik, özellikle Türk Hava Yolları’nda böyle bir uygulama olabilir. Bu Türkiye ve dünyada, İstanbul Büyükşehir Belediyemize has bir uygulama. Başka hiçbir yerde böyle bir uygulama yok.
* İstanbul’un en acil kültür problemi sizce nedir?
İstanbul şehirden önce bir ülke. Böyle olunca ülke bazında kültür ve san’ata nasıl bir değer verilecekse, İstanbul’da da öyle önem verilmesi lâzım. 15 milyon nüfusluk bir şehir. Bu şehirde sadece 100-200 kültür merkeziyle yapacağınız etkinlik yeterli değil. O açıdan sosyal sorumluluk getiren projelerde ailelerin de, sivil inisiyatifin de projenin içinde olması lâzım. İstanbul’un en ücra köşesindeki evlere kadar ulaştırılacak kültür kanalları oluşturmak lâzım. Yani buna sizin gibi duyarlı medya destek vermeli. Yayın bu konuda kültürümüzü ön planda tutacak şekilde yapılandırılmalı. Aile yapısı ile sivil inisiyatifi ile merkezî ve yerel idaresiyle omuz omuza yapılan bir etkinlik çok daha kalıcı, çok daha faydalı olur diye düşünüyorum. Bu anlamda bu insanlar için ne kadar güzel şeyler sunulsa azdır diye düşünüyorum.
* İSTANBUL 2010 ‘Kültür Başkenti’ çalışmaları İstanbul’a ve Türkiye’ye neler kazandıracak?
Biz İstanbul’un dünyanın en güzel şehri olduğunu iddia ediyoruz. İstanbul’un Avrupa tarafından da kültür başkenti seçilmesi, bizim bu fikrimizi pekiştirmiş oluyor. Bu duygularımızı temsil etmiş oluyor. Kültür Başkenti olması hasebiyle, olmazsa olmazların da gündeme gelmesi söz konusu. Nedir onlar? Daha fazla festival, daha fazla etkinlik, daha fazla san’at çalışması ve dolayısıyla san’ata ve san’atkâra ayrı bir dikkatin çekilmesinin zamanının geldiğini gösteriyor.
Bu açıdan, bizim yapacağımız şey, her türlü imkânı seferber etmektir. Çok daha fazla kültürel etkinlik, çok daha fazla san’ata ve san’atçıya yatırım. Meselâ, İSMEK’ler bu konuda belki Guines Rekorlar Kitabına girmesi gereken bir adım.150-160 bin kursiyeri siz alıyorsunuz, eğitiyorsunuz. Ebrudan san’atlarımızın diğer ögelerine varıncaya kadar, her alanda san’atçı yetiştiriliyor. Bu Türkiye ve dünyada bir ilk. KÜLTÜR A.Ş. olarak ayda yaklaşık 400 etkinlik yapıyoruz. Bu sayı 2010’a kadar çok daha artarak devam edecektir. 365 gün 24 saat çalışıyoruz.
* Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.
Asıl ben Yeni Asya’ya; kültüre gösterdiği bu duyarlılıktan dolayı şükranlarımızı sunuyorum.
|