Münzevî hayatlar
Kaç kez doldurulmuş ve boşaltılmış bu handa, münzevî ve mücerret yolculuklar yaşanır. Ne geriye dönmek mümkündür, ne de bir an olsun duraklamak. Daima ileriye akan zaman seline intibak zorunludur. Her geçen gün tedavülden kalkmış bir banknot gibi kullanılmaz hâle gelir.
Hayata karşı hep tecrübesiz, hep hazırlıksızdır insan. Attığı her adımda, her köşe başında onu neler beklediğini bilemez. Geçmişin acılarını ve izlerini taşır; kalbinde, yüzünde, ellerinde… Bir taraftan kabuk bağlar yaraları, bir taraftan yenileri açılır… Her gün için bir çentik atılır. Bu bir geriye sayımdır… Hüzün tellerinden çıkan her ses, ayrı bir makamdadır. Hangi vuruştan hangi sesin çıkacağı hep sürprizdir. Bu bakımdan insan, kendi hayatının bestesine de yabancıdır.
Gelecekte nelerle karşılaşacağını bilmemesine rağmen, hayalleri, planları, tahmin ve ihtimalleri vardır insanın. İstatistik derslerinde tahmin ve ihtimallerden hiç soru kaçırmasa da, hayatta her zaman doğru tahminleri yapamaz, çok defa yanılır insan.
Hatalarının bedelini pişmanlık ile öderken, kendini kaç kez şahsî mahkemesinin duruşmasına çıkarır. Orada vicdanın üstünlüğü hükmeder. Belki hafifletici unsurlar imdadına yetişir ve gereği düşünülür.
Bu yolculuk meşakkatlidir, yorar insanı. Cahilliği ise iyice zorlaştırır hayat şartlarını. Matematiğine ne kadar güvenirse güvensin, kendi denklemini ve problemlerini çözmekten acizdir insan. Edebiyatına ne kadar güvenirse güvensin, cümlelerle ifade edemediği duygu ve düşünceleri vardır. Yaşadığı ülkenin haritasını ezbere bilse de, kendi ömür haritasının sınırlarını çizemez insan. Yolculuğun nerede, ne zaman biteceği bilinmez. Yollar tanıdık değildir, iklimler yabancıdır. Hep gül bahçeleri çıkmaz karşısına, mevsim her zaman bahar olmaz. Çöllerde kum fırtınasına kapılmak da mümkündür, çiçekli bahçelerde kuş cıvıltılarını dinlemek de. Muamma bir coğrafyadır yaşamak…
İmtihan çetindir. Hep hazırlıksız yakalanır insan. Sorular çalışmadığı yerlerdendir. Hiçbir soru birbirine benzemez. Daha önce hiçbir sınavda çıkmamıştır. Herkesin imtihan sorusu farklıdır.
An gelir insan, her şeyi yitirdiğini, bitirdiğini zanneder insan. Oysa hiçbir şey yok olmamış, kaybolmamıştır. Her şey kaydedilmiş, saklanmıştır. Provasız çekimler yapılır durmadan, her ânımız kayıtlıdır. Yarım kalmış lezzetlerin elemlerinde gelecekteki bâki lezzetlerin müjdeleri vardır. Her gece bir sabah için, her firak bir vuslat içindir.
[email protected]
|
“The secret”
Son zamanların popüler filmi “The Secret”. Film, muhtevasını Rhonda Byrne isimli yazarın “The Science of Getting Rich” isimli yüzyıllık bir kitabından alıyor. Film bize kâinatı bir katalog olarak görmemizi söylüyor. Bir mağazanın kataloğunu düşünün, ama içinde dilediğiniz her şey var. Dolayısıyla bu katalogdan kendiniz için ne seçerseniz seçin, sizin olması mümkün. Hepimiz hayatta bir şeyler istiyoruz, evet, daha çok para, sağlık falan filan. Ama çekim yasası sadece istemekle kaldığımız için başarısız olduğumuzu söylüyor ve film istediğimiz şeyleri kendimize çekmenin metodunu öğretiyor. Kısaca “Çekim Gücü” adıyla kitabı da yayınlanan The Secret, bizim hiç de yabancı olmadığımız sırlar aslında. Türkiye gibi bir ülkede sırlar o kadar çoktur ki, sır olduğundan kimseler bilemez, kimsecikler de fark edemez!
Said Nursî’nin yaklaşık yüzyıl önce Muhakemat isimli eserinde bu sırdan, yani çekim yasasından söz ediyor ve özetle şunu söylüyor: “İle’l-merkeziye olan kuvve-i câzibe, ani’l-merkeziye olan kuvve-i dafiaya galiptir.” (Nursî, B.S. Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İst.) Yani birleştirici olan cazibe gücü, merkezden uzaklaştırıp dağıtan itim gücüne hâkimdir.
Sosyal ve kişisel hayatımızda da her tarafımız sırlarla çevrili aslında. Bizi çeken ve iten o denli düşünceler, olaylar ve kişiler görür ve şahit oluruz günlük hayatımızda. Her cazibeli düşünce doğru olmadığı gibi, her çekici kişi ya da kişiler sizi doğruya iletmede isabetli de olmayabilir. Parlak lâflar, cilâlı sözler, boyanmış yüzler, takıştırılmış maskeler kitleleri peşinden sürükler; sonra bir uçurumda uyanır, sebeplerini düşünmeye başlarız.
Çekim yasasındaki sırrı seçimler yaklaşırken bir kez daha düşündüm. Bu film bana, çekim gücünün sırrının “merkez”de olduğunu hatırlattı ve bu hatırlamayı Bediüzzaman’ın yukarıda alıntısını yaptığım ifadeleriyle birleştirdi. Onun “ile’l merkeziye” dediği, yani, “merkeze doğru” ibaresi bize, çekimin ancak merkezde olabileceğini ya da merkezin çekimi gerçekleştirebileceğini anlatıyor. Gerçekten de insanları, sosyal olayların değerlendirmesinde yanılgıya sürükleyen onların uçlara kaymalarıdır. Siyasal ve sosyal hayatta merkezde toplanma, toplum için en sağlıklı yol ve cazibe merkezidir aynı zamanda.
Toplumun merkez anlayışlardan uzaklaşarak kenarlara, sınırlara, uçlara yayılmasıyla (ani’l merkeziye durumu) toplumda çatışmalar başlıyor, gerginlikler artıyor. Çünkü ayrışmalar geometrik açılar gibi genişlemeye başlıyor. Merkezden uzaklaştıkça açı büyüyor ve toplumda paydaları eşitleme şansı gittikçe azalıyor.
Merkez deyince, burada da durmak gerekiyor. Bir fikrin çoğunluk tarafından benimsenmiş olması, onun merkez olduğu anlamına gelmiyor. Kitleler geçici bir süre için merkez fikrinde yanıltılabilirler. Merkez sürekliliktir. Sürekliliği olmayan merkez, merkez olabilir mi? Bir değirmenin mili, insanın ruhu, bir ağacın çekirdeğidir merkez. Yani kendi kendisini devam ettirme yeteneği vardır merkezin. Bir zamanlar ANAP’ı merkez gösterenler, bugün neden ANAP’ın siyasal hayatta olmadığını sorgulamıyorlar acaba? Eğer merkez olmuş olsaydı, siyasal hayatına devam ederdi. 1991 seçimlerinde de özellikle ANAP’tan kopanlar ya da ANAP’a oy vermekten vazgeçenleri toplamak için Kutsal İttifakı merkez gösterenler olmuştu. 1995 seçimlerinde ise, Erbakan’ın partisi olan RP’yi merkez gösterip kitleleri burada toplamaya niyet ettiler. Baktığınız zaman çekim yasası gereği “merkezin” gücünün kendisini de sürekli kılması gerekirken, hüküm aksine cereyan etmektedir. Demek ki, merkez parti diye sunulan partiler birer yutturmacaydı. Bugün AKP’yi merkez (sağ) olarak gösterenlere de aynı soruyu sormak lâzım. Acaba AKP’nin ömrü kaç yıl?
Çekim gücüne sahip olan merkez, fiziksel olarak merkez kaç kuvvetiyle insanların kanatları altında himayesini öngörür. CHP solun merkezi de olamadı. Şimdilerde zorlamayla merkez yapılmaya çalışılan CHP, her zamanki gibi, itim gücü rolünü üstlenmeye devam ededursun, Meşrûtiyetten bu yana merkezin gerçek partileri, gerçekten merkez olma rollerini daha iyi sunmalıdırlar. Demokrat Parti de, devam ettirdiği merkezin çekim misyonunu geniş kitleleri aydınlatarak, yeniden kendini ifade edebilir. Yoksa kafaların karışmasına o kadar çok sebep var ki… Ama onlar korkmasınlar; çekim gücü, itim gücüne daima galiptir.
|