Ülkemde siyaset arenasında yer alan kadınları gözlemliyorum uzun uzun… Medyada yer aldığı ölçüde onların düşüncelerini, amaçlarını, hayallerini anlamaya çalışıyorum. Hele son yıllarda başı örtülü olanların da (Merve Kavakçı hariç…) eşlerinden dolayı bu arenada yerlerini alması ortamı daha da bir hareketlendirdi (!)… Başörtüsü üzerinde yapılan siyasî tartışmaların giderek düşen seviyesini hayret ve ibretle seyrediyorum… Er meydanı olması gereken siyasette, rakibinin hanımının örtüsüne “el atan” bir anlayış için ne söylenebilir ki?
***
Bununla birlikte bana asıl ilginç gelen hemcinslerimin tavır ve davranışları.
Hürriyet Başyazarı Ertuğrul Özkök’ün, 15. 7. 2007 tarihli yazısını okurken yazıyı yazan ve yazdıran olayın altındaki zihniyet içimi burkuyor…
***
28 Şubat öncesi bir TV kanalında katıldığım kadın hakları konulu bir sohbeti hatırlıyorum…
Sohbet arkadaşlarımdan biri, zamanında üye olduğu partinin kadın kolları başkanlığını da yapmış olan başı örtülü bir asenaydı… (Asena: Dişi kurt)
Malûmunuz kadın hakları konusunda yapılan her çalışmanın konusu döner dolaşır, başörtüsü yasağına mutlaka gelir. O gün de öyle oldu. Yasağın inanç özgürlüğü çerçevesinde ele alınıp eğitim özgürlüğünü engellememesi gerektiği, bunun büyük bir haksızlık ve ayıp olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Mutabık olduğumuz o kadar çok birliktelik vardı ki… Aynı topraklarda yaşıyorduk, kadındık, örtülüydük, anneydik, ortak ilgi alanlarımız mevcuttu.
Gel gelelim bir konuyu aşamadık…
“Devlet istiyorsa, hiç düşünmem başımı açarım, açtım! Bu bir vatanseverliktir, milliyetimin gereğidir…” diyordu, güvenlik konusu ve kanunları öne sürerek…
Anlatmaya çalışıyordum… Kadının örtüsü devletin yasalarını nasıl tehdit edebilirdi ki? Üstelik böyle bir durumun söz konusu olduğu durumlar olsa bile devletin güvenlik teşkilâtı ne güne duruyordu? Her başı örtülüye “muhtemel teröristtir” muâmelesi yapmak, yüz kızartıcı bir ayıp değil miydi? Onlar bu vatan için şehit olanların torunları, anneleri, kardeşleri değil miydi? Bu hakları nasıl engellenirdi? Kanunlar halkın huzur ve mutluluğu içindi, vatandaşının en temel haklarını elinden almak için değil, gerekirse mecliste değişebilirdi… Kaldı ki, yasak sadece bir yönetmeliğe dayanıyordu, kanuna değil…
Asena da, tarihten örnekler veriyordu. Banular (Kadın sultanlar…) her zaman Hakan’ın yardımcısı ve destekçisiydiler. Devleti idare ediyorlardı. Saltanat ellerindeydi, güçlüydüler… Devletin geleceğini Hakan'la birlikte tasarlıyorlardı. Böyle kutsal bir iktidar vazifesi için inanç ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyden vazgeçilebilirdi…
O güne kadar “Amentü” değerlerine devleti de ekleyecek derecede güç ve iktidara bağımlı bir kadınla hiç karşılaşmamıştım. Şimdi düşünüyorum da, Topkapı Sarayında Harem Dairesi duvarlarının dili olsa da konuşsa…
Hanım Sultanların iktidar mücadelelerine dair bize neler anlatırlardı acaba?
***
Netice-i kelâm: Türlü sıkıntılar çekseler de imandan gelen bir cesaretle “Ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz asla!” düsturunu baş tâcı yapan hanımlara ne mutlu! Dünyada da ahirette de asıl sultan onlar olsa gerek değil mi?
Nurdan’ın beş hali…
Gençlerle birlikte olmak tıpkı aşı gibi bir etkiye sahip: Gençlik aşısı…
Geçenlerde bir mezuniyet kutlamasındaydık, arkadaşlarımla birlikte. Açmaya yüz tutan gül goncalarını sevgiyle seyreden bir bahçıvan gibi miydi duygularımız? Slâyt gösterisiyle hayatlarından kesitler hazırlamışlar gençler.. Kimi zaman tebessümle, kimi zaman düşünceli, ama sevinçle takip ettik hazırladıkları programları. Karadenizli arkadaşların horon ziyafeti de hoştu… Hediyelerini takdim ettik, içimizden geçirdiğimiz duâlarla birlikte.
“Nurdan’ın beş hali” de tebessümle izlediğimiz slâytlardan birinin başlığı idi.
Gençler, hayatın bin bir türlü hali var! Her hal ve olayda Rabbimizi unutmamaya hep birlikte dikkat edelim oldu mu?
Örnek bir baba ve kızı
Hz. Fatma’nın (ra) hayatını okuyorum. Peygamber Efendimizin (asm) kızıyla iletişimi muhteşem! Karşılıklı muhabbet ve hürmetle çerçevelenmiş bir hayat… Hz. Fatma babasına hem davranış, hem de sima olarak o kadar benziyor ki, Sahabeler arasındaki lakaplarından bir tanesi “Bint-i Ebiha” yani babasının kızı…
Kız çocukların doğumunun utançtan yüzlerin renkten renge girerek söylendiği bir zamanda, Peygamberimiz (asm), onun doğum haberini “O benim koklayacağım bir çiçektir” sözleriyle büyük bir sevinçle karşılamış. Kız babası olmayı iftihar vesilesi saymış…
Hz. Fatma’nın hayatını okumak büyük bir keyif! Hayat hikâyesinde alınacak öyle ibretli dersler var ki…
Zaman zaman paylaşma ümidiyle…
17.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|