Kahir ekseriyeti dindar veya dine taraftar olan insanımız, siyasî tercihini de o yönde yapıyor. Yani oyunu kullanırken dindar veya en azından dine ve dindarlara taraftar olan siyasîleri tercih ediyor. Hatta kendilerinden oy istemeye gelen siyasîlerde aradıkları ilk ve öncelikli özellik, dindar olup olmadıkları, namaz kılıp-kılmadıkları hususu oluyor. Siyasîlerde öncelikli olarak aradıkları bu özellikler varsa, mesele tamam demektir. Yani artık siyasîler, seçmenlerinin beğenisini ve desteğini almış sayılırlar.
Bunun tersi bir durumda, yani milletten destek talebinde bulunan siyasî kadrolar, eğer dine ve dindarlara mesafeli bir hâl ve tavır içinde iseler, çoğunlukla bu gibi siyasîlerin, seçmenin desteğini alabilmeleri kolay olmuyor.
Çok genel ve mutlak bir ölçü olmasa da, bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğunun siyasî tercihi böyledir. Tabiî çok az bir kesim de olsa, siyasî tercihini yaparken dinî değerleri kaale almayan insanlar da yok değil. Hatta dinî değerlere mesafeli duran siyasîleri tercih eden insanlar da var.
Evet, bu suallere birlikte cevap bulmaya çalışalım şimdi. Oyumuzu kullanırken, siyasî tercihimizi yaparken, dindarlığı ölçü almak her zaman doğru ve isabetli bir yol olabilir mi? Namazlı-niyazlı, manevî yönü ağır basan siyasîleri tercih etmek her hâlükârda doğru bir tercih şekli olabilir mi? Dindar ve hatta müttakî olmaktan öteye başka bir özelliği, başka bir kabiliyeti olmayan siyasî kadrolara reylerimizle destek olmak ülkemiz açısından faydalı olabilir mi? Ülke idaresinde herhangi bir tecrübesi, hüneri veya bilgi birikimi olmayan, fakat oldukça da dindar olan siyasîleri tercih etmenin doğruluk derecesi nedir? Siyasî makam ve mevkilerde başarılı olmakta sırf dindar olmak yeterli mi?
Evet, bu ve benzeri suallere doğru cevapları verdikten sonra, mevzu vuzuha kavuşmuş olur, biz de isabetli bir şekilde siyasî tercihimizi yapmakta şüphe ve tereddütlerden kurtulmuş oluruz.
Ülke idaresinin başlı başına bir san'at olduğunu; bu san'atın da lâyıkıyla icrası için kabiliyetin ve liyâkatın gerekli olduğunu bilmekte fayda var. Diğer bir ifadeyle, bir nev'î ülke idaresi sayılan siyasî mevkilere talip olanlarda, bazı hüner, beceri ve tecrübelerin bulunması gerekir. Tıpkı bir saat tamircisinde, bir beyaz eşya tamircisinde bulunması şart olan bilgi, beceri ve maharet gibi siyaset yoluyla ülkeye hizmete talip olan insanlarda da bu iş ile alâkalı hüner ve maharetlerin olması gerekir.
“Maharet ayrı, salâhat ayrı” kaidesi mucibince maharetin gerekli olduğu işlerde “salâhati”, yani dindarlığı öne çıkarıp, işe talip olursanız, bu işten başarı beklemeniz yersiz olur.
Daha müşahhas, daha belirgin bir ifade ile, bir din adamına valilik makamını, bir müftüye bir hasta ameliyatını, bir televizyon tamircisine bir saat tamirciliğini, bir askere ülke idaresini verirseniz, sonucun ne olacağını tahmin etmeye gerek var mı?
Peki bir de şu suallerin cevaplarını bulmaya çalışalım: Öyle çok dindar olmayan, fakat mesleğinin ehli olan bir terziye elbise diktirmenin herhangi bir sakıncası olur mu? Manevî yönü zayıf, fakat aldatmayan, dürüst bir marketten alış-veriş yapmanın zararı olur mu? Muhafazakârlık ve manevî yönü zayıf, fakat bilgi ve birikimi, kariyeri ve tecrübesi bulunan bir insanın, belediye başkanı veya vali olarak atanmasında bir eksiklik, bir yanlışlık söz konusu olur mu? Son bir soru: İdarecilik kabiliyeti olan, siyaset ilmini ve san'atını iyi bilen, demokrat, maharetli, usta, fakat dinî yaşantısında bazı eksikleri ve kusurları bulunan bir siyasî kadroya destek verip, onları ülke idaresinin başına getirmenin bir mahzuru, bir sakıncası var mı?
Elbette arzulanan, matlup olan, bizi idare edecek olanların, hem dindar, hem manevî değerlerimize yabancı olmayan; hem de işinin ehli, maharetli, tecrübeli insanlar olmasıdır. Bu özelliklere sahip olan idareciler, çok eski devirlerde belki vardı. Dört halife, Ömer ibn-i Abdülaziz, Mehdi-yi Abbasî gibi hem dinine bağlı, hem de idarecilik yapmaya lâyık, ehil idareciler vardı.
Ama bu zamanda hem işinin ehli olacak, hem de inançlarından taviz vermeyecek, dinin emirlerini bihakkın yerine getirecek idareciliğe talip siyasî liderler neredeyse yok gibi. Bu durumu iyi gören Bediüzzaman, “Siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar “ tesbitinde bulunmuş.
17.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|