Bugün de tenkit kültürünün esaslarını incelemeye devam ediyoruz. Dışarıdan yapılan tenkitlerin etkisinde kalarak dahilî tenkitlere gidilmemesi gerektiğine işaret eden Bediüzzaman, şu tavsiyede bulunur: “Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zarûretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten (düşüncelerinizi, görüşlerinizi dağılmaktan) muhafaza ediniz. İhlâs Risâlesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.”1 İşte İhlâs Risâlesi’ndeki “ikinci prensip”: “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”2
Kezâ, tenkidin dehşetli sonucunu örnekleyerek nazara verir: “Ben size ilân ederim ki, Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risâle-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir… Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramımda ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.”3
“Bu şiddetli maddî ve manevi kıştaki galâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekserî fakîrü’l-hâl olan Risâle-i Nur şakirtlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanütleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum. Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihatınızı ve birbirinin kusuruna bakmaması, birbirini tenkit etmemesi, Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız. Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkit etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler.”4
“Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız: Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkkî ediyorum.”5
Bütün ağabeylerin ittifakıyla, Nur’un sadık kahramanı ve Risâle-i Nur hizmetlerinin yılmaz bekçisi, yönlendiricisi Zübeyir Gündüzalp de, tenkit konusunda şöyle der:
“Bir camianın fertleri, bir dâvânın hadimleri biribirini tenkit etmek illetine tutulur da tedavi edilmezse, o camiadan ve o hadimlerden bir hayır beklenemez, beklenmemelidir.”6
Dipnotlar: 1- Kastamonu Lâhikası, s. 183.; 2- Lem’alar, 164-165.; 3- Şualar, s. 444.; 4- Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 5- Barla Lâhikası, s. 87.; 6- Güzel Gören Güzel Düşünür / Zübeyir Gündüzalp, Nesil, 7. bask. İst., 2005, s. 48.
19.06.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|