Bazı haller vardır ki oluştuktan sonra geri dönülmesi hiç oluşmamasından daha kötüdür. Meselâ İslâm dairesine girdikten sonra çıkmak, girmemiş olmaktan daha kötü bir durumdur. Sakal bıraktıktan sonra kesmek, sakal bırakmamaktan daha kötü bir durumdur. Başı örttükten sonra açmak, başını örtmemekten daha kötü bir durumdur. Aslında bu tarz fiilleri yerine getirmenin gemileri yakmak şeklinde algılanması gerekiyor. Özellikle İslâmın izzetini ilgilendiren ve Müslüman olan her insanın kuvve-i maneviyesi ile alâkadar olan yukarıdakine benzer durumların sonuçları çok farklı olacağına dair kudsî kaynaklarda da işaretler bulunmaktadır. Kişinin başını örtmemesi sadece kendini ilgilendiren bir günahtır, ancak başını örtmüş birinin açması bütün âlem-i İslâmı ilgilendirir ve bu topluluğun kuvve-i maneviyesini kırmak şeklinde bir sonuç doğurması sebebiyle tüyler ürperten uhrevî bir müeyyidesi ve dünyevî mes'uliyetinin olması muhtemeldir. Çünkü sebep olan yapan gibidir.
Batı kendi hayat standartlarını bütün dünyaya yaymaya ve kendi değer yargılarını dayatarak tek tip global bir kültür oluşturmaya yönelirken, hedef kitle olarak çoğunlukla Müslümanları ön plana çıkarmakta ve onların nefis mücadelesinin merkezinde yer alan hazlara yönelik ruhunu istismar edebilmektedir. Oluşturulan eğlence ortamları, şehevî arzuları galeyana getiren her türlü aracın kullanılması, düşünceden uzaklaştıran bütün oyalayıcı araçların kullanılması gençlikte var olan güçlü bir benlik, acz ve fakrını hatırlatacak hastalık, sıkıntılar ve ölümlerle nisbeten seyrek olarak yüzleşmesi ve kendinden uzak bilmesi, bunları unutturma amacına yöneliktir. Manen zayıf ruh hali ise buna çok yatkın ve bu yönden aldatılmaya fazlası ile müsaittir. “Cazibedar bir fitne” terimi bu mânâyı karşılıyor olmalıdır. Bediüzzaman bu probleme asıl darbeyi Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) aldığı dersle ölümü hatırlatmakla vurmaktadır
Bediüzzaman’ın “beşerin nefs-i emmaresi” olarak adlandırdığı, ben merkezli şekillenmiş modern hayat, cazibeli ancak geçici ve günü birlik bütünü kuşatmayan sadece algıların alanına sınırlı, dar bakışlı çözümler sunabilir. Bunlar birer çözüm olmaktan çok göz boyama ve aldatmacadır. Duygular köreltilerek, belirli noktalardaki hassasiyetler kırılarak bu noktaya ulaşılır. Bu aldatmaca karşısında herkes, özellikle de hanımlar risk altındadır. Dâvâmıza gönül vermiş hanımlar aynen Üstad gibi karşılarında büyük bir yangın var, içinde arkadaşları kalmışcasına imanlarını ve dostlarını kurtarma gayreti içinde olmalı ve bu koşturmaca esnasında ayaklarına dolaşanlara ehemmiyet vermemelidirler.
Son zamanlarda özellikle hanımlarımızın başlarını açma noktasında bir zaafiyet sergilemesi Müslüman kimliğin zedelenmesi ve kamu vicdanında olumsuz tesirleri açısından ciddi yaralanmalara yol açmaktadır. Şu dönem İslâm âleminin ve Müslümanlık kimliğini benimsemiş olanların ihtiyaç duyduğu en önemli şey sağlam ve sarsılmaz bir kişiliktir. Taassup olmaksızın salabet ve kişilikli esneklik bu anlamda anahtar terimler olabilir. Kişiliği zedelenmiş ve çok hafif esintilerle yıkılan kimlikler Bedr’in aslanları ruhundan çok uzak kalacaklardır. Halbuki şu gün Rabbimiz’in ihsan ettiği hürriyet bu ruh ile edilmiş güçlü duaların neticesidir.
Hayat ne şekilde geçerse geçsin, sonunda karşılaşılacak vazgeçilmez hakikat ölümdür. O noktadan sonra yaranmaya ve güzel gözükmeye çalıştığınız hiç kimse yanınızda ve yardımcınız olmayacaktır. Ruhunda o Cemal Sahibi Zat’ın sıcaklığını hissetmemiş bir ruh bu anlamda kısmen mazur olabilir. Ancak o kuşatıcı muhabbetin sıcaklığını hissetmiş bir ruhun bu o anlamda kaçabileceği hiçbir yer yoktur. O anlamda İslâm Tarık bin Ziyat ruhlu olmayı gerekli kılar. Girerken iyi düşünülmeli ve geri çıkmamak üzere girilmelidir. İslâm kimliği kalıcı ve salabetli olmalıdır. Kırılgan, zayıf ve otorite karşısında değerlerini savunamayan kimlikler sadece kendi ruhlarını dejenere etmediklerini ve İslâm dünyasının kuvve-i maneviyesine zarar verdiklerini unutmamalıdırlar.
Bu anlamda ruh birlikteliğine ihtiyaç çok daha fazla artmıştır. Maddî rüzgârlar karşısında savrulmamak için birliktelik ve el ele tutuşmaya ihtiyacımız var. Bu yazıyı o birliktelik ruhunu hissettiğim YENİSİAD’ın Kızılcahamam toplantısından gönderiyorum. Batının maddeyi ön plana çıkarmaya çalışan ve maddî güçle ezmeye çalışan baskısı karşısında bu çıkışın nurlu sermayenin gücü olmasını diliyorum. Toplantıda da bu ruh çok hakimdi ve herkes geleceğe umutla bakıyordu.
Bu samimî duâ inşaallah manen terakkinin maddeten terakkiye mütevakkıf olması sebebiyle ortaya konmuş bir duâ olduğunu görüyor insanlık. İslâm âlemi için çok hayırlı neticeler vereceğine inanıyorum.
18.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|