Odun kömürünün hikâyesi
Yine bir Pazar günü fotoğraf yolculuğuna çıktık. Umuttepe kampüsünden tepelere kıvrılırken Kocaeli’de odun kömürü yapanları görmek ve fotoğraflamak istedik. Ali Hocalar’da verdiğimiz molada yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerle kahvaltımızı yapıp tripotumuzu ve fotoğraf makinemizi sırtladık. Toplam 70 dakikalık bir yolculuktan sonra odun kömürü yapan Dikenliköy’e geldik.
Uzun yıllar önce evleri ısıtmak için kullanılan mangallarda yakılan ya da o kadar eskiye gitmeyelim, piknik mangallarında kullanılan odun kömürünün elde ediliş öyküsü aslında uzun bir öykü...
Yıllar önce belki de bakır işlemeli mangallarda dibekte taze dövülmüş kahveler pişirilirken odalara yayılan mis kokusuyla, odun kömürünün ısısı bütünleşir, güzel sohbetler yapılırdı.
Zaman içerisinde bu geleneklerimiz yok olsa da değişmeyen tek şey aslında odun kömürünün yapılış öyküsüdür.
Yani bu kadar emek ve iş gücü.
Odun kömürünün öyküsü...
Kömürün içinde hayat...
Çocuklar...
Miras...
Zaman içerisinde yok olacak mı?
Bir zanaat...
Torakçılık ... Ve Torakçılar...
Odun kömürü yapımını bir çoğumuz görmemiştik. Ağaçtan kömür elde etmek için yapılan işleme kuyu yakmak denildiğini öğrendik. Kuyular odunun kesildiği bölgelere yakın yerlerde, genellikle daha önce yapılmış olan kuyuların mekânları kullanılarak yapılır ve aynı kuyuyu kullanabilmek için en az on beş yıl beklemek gerekir. Meşe ve kocayemiş ağacının büyüme süresini düşünürsek eğer, bu süre çok daha da uzun olabilir, Torakçıların çocukları da odun kömürü hikâyesinde büyümüşler, mesleği çoktan kapmışlar. Aslında oyun alanı orası onların. Odun kömürüne giden yolda kaybolan çocuklarıyla körebe oynuyorlardı. Ben şahittim parlayan gözlerine, içim acıdı yüzlerine bakarken, onlar torakçı çocuklarıydı; çalışkan, gülmeyi bilen ve kendi yaşıtları çocukların ne yaptığından habersiz... Masum... Odun yığınlarına tırmanıp, tahta bir merdivenden yerçekimine inat yaptıkları her atlayışta saklı kalan çocukluklarıyla bir gün karşımıza gerçek bir 'torakçı' olarak çıkacak ve odun kömürünün hikâyesini anlatacaklardı, ateşten oduna geçiş evresinde sıkışıp kalan çocuksuluklarına veda ederken.
İşlemeye önceki kuyudan kalan küller bir kenara toplanarak başlanır ve yanında bir hafta boyunca konaklamak için ağaçlar üzerinde bir kulübe yapılır. Bu kulübe uzun ve kalın odunlar, ağaç dalları ve gazeller ile oluşturulur. Mekân, evden getirilen şilte, yorgan, yastık ile ev konforunda hazırlanır. Yine odunlardan yapılmış bir merdiven ile bu kulübelere çıkılabilir.
Havasız kalan kuyu patlayabileceği için patlamaya ve yangına karşı kuyunun suya yakın olmasına dikkat edilir; ama bu her zaman mümkün olmayabilir. Her durumda kuyunun yanına tenekelerle sular depolanır ve bir kuyu komşunuz olur. Kuyu komşusu kuyucular için dayanışmanın en güzel örneklerinden biridir. Hangisinin ihtiyacı olursa bir diğeri ona yardıma koşar, çünkü bu birkaç kişinin başa çıkabileceği kadar kolay bir işlem değildir.
Kuyunun civarı yangına karşı çalılar, pırnallar, otlar, eğreltiler, pülüler (tutuşturmayı kolaylaştırıcı odunsu bitkilerdir ve bunlar çalı süpürgesi yapımında da kullanılır) ve benzerlerinden arındırılır. Toplanan küller elenip ıslatılır. Islatılma işlemlerini küçücük çocukların yapmış olduğunu görmek pek keyif vermese de, kömür tozu bulaşmış yüzlerinin her şeye rağmen gülebiliyor olması bizi sevindirdi.
Kuyunun ortasına güçlü bir direk dikilip, etrafı pülüler ve kuru dallar ile kolay yanması sağlanacak şekilde desteklenir. Üzerine 40-80 cm civarı kesilmiş odunların en uzunları ilk sırayı oluşturacak şekilde hafif yatık olarak (20-30 derecelik bir eğimle) yerleştirilir. Alttaki ilk sıra bittikten sonra onun üstüne yine aynı şekilde başka bir sıra halinde odunlar yerleştirilir. Bu işleme, kuyu huni halini alıncaya kadar devam edilir. Bunun için genellikle üç beş sıra yerleştirme yeterlidir.
Kuyunun çatılması bittiğinde sıra, toplanan gazellerin odunların üzerine serilmesine gelir ve üzeri daha önce ıslatılmış kül ile sıvanır, böylece kuyu örtülmüş olur. Odunların yerleştirilmesi sırasında kuyuyu tutuşturmak için bir kapı da bırakılmıştır. Kuyunun kapısı diye adlandırılan bu açıklıktan, ucuna gazlı bir paçavra sarılan uzun bir odun yakılır, bu odun ortada bırakılmış olan boşluktaki pülülere kadar sürülür ve pülülerin tutuşması; yani kuyunun yanmaya başlaması sağlanır. Artık birinci aşama bitmiş ve yanma başlamıştır. Kuyunun hava alıp kıvamında ve rahat yanması için 'galberi' ile üstten birkaç delik açılır.
Sıra gelir kuyucuların göz ve kulaklarını dört açıp, kuyunun yandığı süre boyunca pür dikkat beklemeye. Eğer bir patlama olursa hemen kuyunun üstünü kapamak gereklidir ki, hem odunlar yanıp emek heba olmasın, hem de orman için bir yangın tehlikesi oluşmasın.
Kömür oluşumunu tamamlayacak kadar yanma süresi sonunda (bu yaklaşık üç ila beş gündür) üstte bırakılan delikler kapatılır. Böylece kısa bir süre daha yanma işlemi devam eder.
Kömürün oluşması için kıvamında yakılması, ne yazık ki bir yemek tarifi kadar kolay değil. Bu sebeple size; birkaç ton odun huni halinde yerleştirildikten sonra, üç beş gün yanacak, birgün soğuyacak, sonrada sökülüp daha sonra torbalara doldurularak, mangal ve barbekülerinizde yakıma hazırlanacak, diyemiyorum.
Neyse durum bu minvalde devam eder. Eğer bir aksilik çıkmamışsa, yanma işlemi biten kuyu bir gün soğumaya bırakılır, yaklaşık bir günün sonunda soğuma sağlanmış olur. Bu arada kuyu çöker ve söküme başlanır. Üstteki marsıklar 'galberi' ile çekilip bir kenarda toplanır. Bunlar daha sonra evdeki ocaklarda yakılmak için evlere götürülmek üzere çuval ya da küfelere doldurulur. Sıra gelir kömürlerin toplanmasına. Onlar ise gereğinden fazla kırılıp ufalanmaması için özen ve dikkatle galberilerle, kimi zaman da el ile toplanarak yine çuvallara yerleştirilir. Bu arada zaman zaman yeni tutuşmalar yaşanabilir ve hemen söndürmek gerekir. Şimdi sıra küllerin içinde kalan elemelerdedir (küçük kömür parçacıkları), bunlarda ağaç tırmık ile toplanır.
(Nilüfer Turizm Gezgin Dergisi,
Haziran 2007, Sayı: 37’den alınmıştır.)
|
İnsanlık refleksi
Son günlerde STK’lar üzerinden kitlesel refleks çağrısıyla da tanışmış olduk.
Bu çağrı bana bir hatıramı hatırlattı. Üniversite son sınıftayken bir sınıf arkadaşımıza otomobil çarpmış, ağır yaralanmıştı. Hemen diğer arkadaşların yardımıyla yakındaki hastaneye kaldırmıştık. Daha sonraki günlerde kendisini ziyaret etmiştik.
Nihayet hastaneden, iyileşerek taburcu edildi. Aradan birkaç hafta geçti, bu sefer aynı arkadaşın ideolojik görüş ayrılığı sebebiyle bıçaklanarak yaralandığını duyduk. Yaralayanlar kimlerdi biliyor musunuz? Daha önce kendisine trafik kazasında yardım edip, hastaneye kaldıran diğer arkadaşlardı!
Olayın ilk perdesinde insanlık vasıfları üstün gelmiş, medenî bir davranış sergilenmiş; yaralanan kişinin ideolojik yönü bilindiği halde ona yardım edilmişti. Yani insanlık potansiyeli ve refleksi harekete geçmişti.
Aslında toplum olarak bugün de ihtiyacımız olan refleks insanlık refleksidir. Doğrusu STK’lar da insanlarda potansiyel olarak bulunan tamir ve tahrip özelliklerinden birincisini geliştirmek için vardır.
Bu sebeple insanlık refleksinin geliştirilmesi için harekete çağrılsalar; kendi alanları olduğundan, çok daha başarılı ve faydalı olurlar.
Ülke olarak çok da uzun olmayan bir süreçte gireceğimiz birliklere yine mevcut insan dokumuzla gireceğimizden şimdiden bütün STK’lara “insanlık refleksini geliştirme” çağrısını da biz yapmış olalım.
Eğer STK’lara yapılan çağrılarda “ideolojik toplumsal refleks” çağrıları söz konusu ise, ne tür olumsuzluklara yol açabileceğini yukarıdaki örneğin ikinci perdesi yeterince açıklamaktadır sanırım.
İnsanlık değerlerimiz geliştikçe, sivil toplum bilinci yerleştikçe ideolojik farklılıklar da haliyle önemini azaltacaktır.
Kendimizi, ailemizi, çevremizi, toplumumuzu ve nihayet geleceğimizi etkileyecek sorumlu mevkilerdeki insanlardan yapacakları çağrılarda ve faaliyetlerde yukarıdaki hususlara uygun hareket etmelerini beklemek hakkımız olsa gerek.
|