İnsanoğlu hayatını yaratılışına uygun bir şekilde geçirmekle mükelleftir. Varlıkların en mükemmeli olarak yaratılan, en güzel duygulara sahip kılınan, bütün varlıkların sultanı haline getirilen insanoğlu gündelik gelişmelere göre hayatını yönlendirmemeli.
İnsanı aslî vazifelerinden uzaklaştırmak için zihinleri saplantılarla bulandırmaya çalışan şeytanlara karşı bizler tedbir almak zorundayız. Aklımızı, kalbimizi, zihnimizi ve diğer duygularımızı nefsin ve şeytanların tasallutundan kurtarmak bizim en büyük görevimizdir.
Zaman zaman kendimize sorular sormalı, kendimizi hesaba çekmeliyiz. Her an düşünmemiz, hiç unutmamamız gereken Rabbimizi yeterince hatırlayıp hatırlamadığımızın hesabını yapmak zorunluluğumuz bulunmaktadır. Kafamızı nelerin meşgul ettiğini, kafamızı meşgul eden şeylerin hayatımızı nasıl etkilediğini de düşünmemiz gerekmektedir.
Hesabımızı iyi yapmazsak, ömür dakikalarımızı uygun yerlerde geçirmezsek dünya hayatımızı düzene sokmamız mümkün olmayacağı gibi, ebedî hayat nimetinden de mahrum kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.
Hiçbir dünyevî gelişme zamanımızı olabildiğince Rabbimizi düşünmekle geçirmemize engel olmamalı. Hiçbir gelişme Peygamber Efendimizin (asm) sünnetlerini hayatımıza geçirmemiz kadar bizleri meşgul etmemeli.
Bizler, umumiyetle menfaat üzerine dönen günümüzün siyasî gelişmeleriyle zamanımızın çoğunu geçirmek için bu dünyaya gönderilmedik. Kendi insanî cevherlerimizi insanların geçici siyasî heveslerine kurban edecek kadar zengin değiliz. Bize emanet olarak verilen duygularımızı emanet sahibinin izni dairesi dışında kullanmaya hakkımız yoktur.
Gündemimizi gündelik, geçici siyasî olaylar, olduğundan fazla meşgul etmemeli. Ölümün küçük kardeşi olan uyku âlemine daldığımız zaman, en son düşündüklerimiz dünyanın insanı esir alan geçici olayları olmamalı. En son düşündüğümüz, en son zikrettiğimiz, bize düşünme nimetini veren Rabbimiz olmalı.
Hiçbir insan, insanlığın medar-ı iftiharı olan Allah’ın yüce Habibi (asm) kadar zihnimizi meşgul etmemelidir. Hiçbir insanın hayat tarzı onunki kadar hayatımıza girmemeli. Dünyanın geçiciliğini ve ölümü, dünyada ebedî olarak yaşama duygusundan daha fazla hayatımıza yerleştirmeliyiz. Evet, bizler zamanımızı, bizleri çok az ilgilendiren dünyanın fanî değerlerinin peşinden harcayacak kadar kendimizi serbest görme lüksüne sahip olmamalıyız.
Zamanı harcama noktasında kendimizi sınırsız yetkiye sahip görmeyelim. Zaman bizim değildir. Kendimizin de sahibi değiliz. Gücümüzün sınırları oldukça dar. Fakrımızın ve aczimizin sınırları ise kâinat kadar geniştir.
Kendimizi bir şey sanmanın gaflet uykusundan uyanmak zorundayız. Ağzımızdan en fazla hangi tür hecelerin, kelimelerin çıktığını değerlendirebilmemiz için uyanık olmamız gerekir. Konuşmaya başladığımız zaman kelimelerin bizlerden dâvâcı olabileceğini hesap etmemiz gerekir. Kullanabileceğimiz kelimeler, dünyanın kayda değmez gelişmeleri yolunda harcanmak için bizlere verilmemiştir.
Günün sonunda en fazla hangi tür kelimelerin ağzımızdan çıktığını düşünebiliriz. Bunun hesap kitabını yapabilir, böylece nefsimizle kozlarımızı paylaşma imkânına kavuşabiliriz. Mübarek sevgisinin kurtuluşumuz için gerekli olduğunu bildiğimiz Peygamber Efendimizin (asm), dilimize sahip olmamız gerektiği yolundaki hadis-i şeriflerini hatırlamamız gerekir. Dile sahip olmanın önemli bir yolu da, bir kere konuşmak için belki bin kere düşünmektir.
Hâsılı siyaset gibi cazip oluşumlardan dolayı Hakka giden yolumuzu ihmal etmeyelim. Şimdi her zamandan fazla dikkat etmek zorundayız. Şimdi her zamandan fazla Rabbimizi düşünmek ve arzularını yerine getirmek için çaba göstermek durumundayız. Hiçbir dünyevî faaliyet bizleri asıl görevimizden uzaklaştırmamalı.
Düşünme ve gerçeği hatırlama özellikleri dumura uğramışlar gibi, esen dünyevî ve bilhassa günümüzdeki siyasî rüzgârlar bizleri savurmamalı. İnancımızda, imanî meşrebimizde sebat etmeliyiz. İmanın, İslâmın, Kur’ân’ın cereyanından ayrılmazsak sırat-ı müstakîm olan yolumuzdan hiçbir fani bizi ayıramayacak, bundan şüphemiz olmasın.
18.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|