Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Köşk'ten evvel başörtüsü soru(n)ları



Konuya iki tesbitimizi aktararak girmek istiyoruz.

Birinci tesbit şudur: Yirmi beş–otuz senedir tanıdığımız, samimî olduğumuz bir aile. Geçenlerde bir vesile ile görüşüp sohbete başladık. Ağabeyimiz dedi ki: "Kırk senedir Demokrat bir aileyiz. Siyasî çizgimizde hiç kırıklık yok. Ama, bu defa kafam çok karışık. Ne yapacağımı bilemez hale geldim. Meselâ, Ağar 27 Nisan'da Meclis'e niye katılmadı, vesaire..."

Ağabeyimizin sorularını cevaplandırmaya, müşkilâtını izale etmeye tam başlamıştık ki, bu defa da ablamız geldi yanımıza ve pür hiddet şunları söyledi: "Ben kesinlikle Demokrat Partiye oy vermeyi düşünmüyorum, hatta oy verecek olanları dahi bundan vazgeçirmeye çalışıyorum."

Hanım ablamız, en büyük gerekçesini de şu sözlerle ifade etti: "Çünkü bu parti, eşi başörtülü dindar bir adamın cumhurbaşkanı olmasına engel oldu."

Konuştuklarımızı bir yana bırakarak, bir gerçeğin altını çizelim: Bu ablamız, AKP'li yakınlarının bu yöndeki telkinlerinden, propagandalarından fazlasıyla etkilenmiş. Dolayısıyla, bu sadece bir örnektir ve buna benzer örneklere yurdun hemen her tarafında rastlamak mümkün. Yani, tehlikeli bir damar yeniden depreşmiş durumda. Bunu hiçkimse inkâr etmeye kalkışmamalı.

İkinci tesbit de şudur: CNN Turk'te yayınlanan "Liderler turu" programına, Ağar'dan sonra Erdoğan da misafir oldu. Gazetecilerin sorularını cevapladı. Soruların bir bölümü, başörtüsüyle ilgili olup, Abdullah Gül'ün muhtemelen bu sebepten dolayı cumhurbaşkanı seçilemediği, yani önüne ciddî engeller çıkartıldığı şeklindeydi.

Erdoğan, bu konuda şunları söyledi: "Eğer oysa (başörtüsü) engel, bu daha üzücüdür. O zaman şunu söylesinler: Başörtülü olan birisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamaz. Eşi başörtülü olan, insan bu ülkenin vatandaşı değil mi? Eşinin başı açık olan biri cumhurbaşkanı olabiliyor da, eşi başörtülü olan biri neden olmasın?"

Doğru söze ne denir... Vicdan sahibi olan kimse, şu sözlerin neresine itiraz edebilir ki?

Düz bir mantıkla bakıldığında, Başbakan Erdoğan'a ait bu sözlerin yerli yerine oturduğu görülebilir.

Hatta, seçim atmosferinde sarf edilen bu sözlerin, AKP'ye önemli oranda puan kazandırdığı da söylenebilir. Tıpkı, vaktiyle Erbakan'ın benzer bir atmosferde sarf ettiği "Rektörler, başörtülülere selâm duracak" şeklindeki sözleri gibi...

Ancak, meseleye "Bir sözün kim tarafından, ne zaman ve ne maksatla söylendiği" noktasından bakıldığında ise, farklı bir değerlendirmede bulunma mecburiyetinin hasıl olduğunu da kabul etmek gerekir.

Zira, "Çankaya'da başörtüsü" meselesi açıldığında "Başörtülüler bu ülkenin vatandaşı değil mi?" diye üstüne basa basa ses tonunu yükselten kişi, bu ülkenin başbakanıdır. Üstelik, beş yıla yakındır tek başına iktidar...

Haydi, diyelim ki güçleri Çankaya'ya yetmedi. Peki, o makamın altındakilere, yani kendi yetki ve sorumluluk altındaki kademelere "eşit vatandaşlık" noktasında güç yetirebildiler mi? Dolayısıyla, aynı mantık yürütülerek şu soruları da sorma hakkı doğuyor:

1) Sayın Başbakan! Dört senelik devr–i iktidarınızda olduğu gibi, dün yasaklı bir sınav (ÖSS) daha yaşandı. Sınava, başörtülü adaylar alınmadı. Peki, onlar bu ülkenin eşit vatandaşları değil mi? Ve, bu sorunun muhatabı siz değilseniz, kimdir?

2) Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere, diğer bakanlıklara bağlı bütün resmî kurum ve kuruluşlarda, başörtülü memureler çalışamıyor, öğrenciler okuyamıyor. Siz ve hükümetiniz, bu uğurda ne yapabildiniz?

3) Sayın Başbakan! Çankaya'nın altında ve sizin yönetiminiz altındaki vatandaşlar için konulan ve uygulanmakta olan başörtüsü engeli ne ise, Çankaya için konulan engel de odur. Bunu en başta sizin bilmeniz gerekmiyor mu? O halde, neden tecahül–ü ârifane yapma ihtiyacını duymaktasınız?

4) Sayın Başbakan! Başörtüsü meselesi için, tâ başından (2002'den) beri şunları söylemediniz mi: "Bu, bizim öncelikli meselemiz değildir. Bunun için bedel ödemeye hazır değiliz. Bu iş, ancak mutabakatla, uzlaşmayla hallolur." Evet, bunlar sizin yaklaşımlarınız. Şimdi, buna rağmen çıkıp "Çankaya ve başörtüsü" gibi iki riskli konuda, hiçbir mutabakat ve uzlaşma cihetine gitmeden, adeta bir dayatmanın içine girdiniz. Peki, bu konuda bir hata yaptığınızı hiç düşünmüyor musunuz? Yani, bir özeleştiriye ihtiyaç duymuyor musunuz?

5) TV'de sarf ettiğiniz "Başörtülüler bu ülkenin vatandaşı değil mi?" sözünü, sıradan bir vatandaş sarf etse, gayet normal kaçar. Fakat, siz başbakansınız ve orası acziyet ve sızlanma yeri değil, irade ve icraat yeridir. Siz, bu konuda neden şimdiye kadar en küçük bir icraat ve irade beyanında bulunmadınız?

* * *

Şimdi, tekrar meselenin başına dönerek, konumuzu toparlamaya çalışalım.

Tesbitlerimiz gösteriyor ki, siyaset sahnesinde bazı kimseler tarafından hem takıyye yapılıyor, hem de dinî argümanlar bir istismar malzemesi olarak kullanılıyor. Güyâ, bunların hiçbiri olmayacaktı; ama, görüldüğü gibi pekâlâ oluyor, yapılıyor, ediliyor...

Yani, bir yandan "Biz dinî bir parti değiliz. Referansımız İslâm değildir" gibi sözler sarf ediliyor, bir yandan da "Eşi başörtülü dindar bir cumhurbaşkanını seçtirmediler" denilerek, muhalif partiler millet nazarında yıpratılmaya çalışılıyor.

İstiyoruz ki, Sayın Başbakan da hem yapılan bütün bu istismarlı propagandalardan haberdar olsun, hem de kendi sözlerinin de nereye varacağını çok iyi hesap ederek sarf etsin.

Son olarak, herkes için "Lûtfen, dürüst, ciddî ve samimî olalım" çağrısını bir kez daha tekrarlıyoruz.

Siyasî tarafgirlik, ne zaman sirayet eder?

Evet, önemli bir suâl şeklinde sık sık karışımıza çıkıyor: "Tarafgirlik marazı ne zaman ve hangi durumlarda sirayet edip yayılmaya başlar?" diye.

Üzüntüyle ifade edelim ki, bazı dostlarımız bu illeti zaman zaman bize de nisbet ediyor ve "Asıl, siz tarafgirlik yapıyorsunuz" diyorlar. Cidden, haksızlık ediyorlar. Neden mi?

Bir kere, siyasete "ehvenişer" düstûruyla bakanlarda inat ve tarafgirlik hastalığı olmaz. Zira, desteklemiş oldukları siyasîleri ne tam dindar kişiler olarak görür, ne de onları birer melek gibi tahayyül eder. Yani, rey verdiği adayları mâsum ve günahsız diye addetmez. Keza, muhalif partideki iyi adamları da asla şeytan yerine koyarak bakmaz. İyi ise iyi, dürüst ise dürüst; istediği kadar muhalif olsun. Bu durumda, elbette ki tarafgirlikten söz edilemez.

Ama, bütün bunlar bir kenara itilerek, din adına siyasete bakılır da, partiler ve kişiler ona göre tasnif edilirse, şüphesiz işin rengi de değişecektir. Yani, siyaset meydanına din namına çıkıldığında, o takdirde, kişi tuttuğu partiyi bir nev'î din ve desteklediği adayı da en dindar şahıs olarak görür. Onu mâsum bilir, hiçbirine kusur kondurmaz. Hatta, parti liderini bir nev'î Mehdi olarak görür ve arkadaşlarını da "Mücahit! Mücahit!" diyerek alkışlar...

İşte, o mendebur tarafgirlik marazı da bu noktada ortaya çıkar ve kişilere sirayet etmeye başlar. Zira, asıl mesele "din için siyaset" olunca, elbette ki taraf olmak, yani tarafgirlik siyaseti de kaçınılmaz olacaktır.

Şahsı adına siyasetle meşgul olduğu halde, şu bulaşıcı tarafgirlik hastalığına yakalanmayana ne mutlu.

Seçim vaadleri

Bazı partiler, akla ziyan vaadlerde bulunmaya devam ediyor.

Rekabet yarışı, had safhada.

Seçmen vatandaş ise, bunlarla dalgasını geçercesine "Pazarlık payı yok mu?" diye soruyor.

İşte, bu karambolden birkaç kesit.

X Partisi: "İşsiz olan herkese 350 YTL maaş verileceeek!"

Vatandaş: "Rica etsek, bunu 400'e çıkaramaz mısınız? Lütfen bunu bize çok görmeyin. Hem, 400, yahut 500 deseniz, sermayeden ne kaybedersiniz ki?"

* * *

Y Partisi: Her Türk kadınına seyyânen 500 YTL maaş verileceeek!

Vatandaş: Sayın politikacı! Bu rakamı belirlemede pazarlık yok mu acaba? Meselâ, rica etsek de bu maaş limitini 750 YTL'ye çıkarsanız olmaz mı? Hani ne demişler: 'Dilin kemiği mi var?' canım.

* * *

Z Partisi: Hamile olan her Türk kadınına 'Hamilelik sigortası' getirilecek, ayrıca her doğum için teşvik ücreti verileceeek!

Vatandaş: Sayın politikacı! Rica etsek, acaba şu hamilelik süresini de 9 aydan 3 aya indiremez misiniz? Ayrıca, ikiz veya üçüz doğuracak kadınlar için neler vaat edeceğinizi de lütfen belirtiniz.

* * *

W Partisi: Hiç kimsenin cesaret edemediği bir vaadde bulunuyorum: Bütün vatandaşlarımızın güneş ışığından yararlanma hakkı mutlaka sağlanacaktııır!

Vatandaş: Yaşa, varol! Şak şak şak! Gerçekten de çok cesur ve çok da cömertsiniz.

Bir başka vatandaş: Sayın politikacı! Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!..

18.06.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.06.2007) - Birikmiş suâllere, uzun kısa cevaplar

  (14.06.2007) - Siyasette medya faktörü

  (13.06.2007) - Siyasî denklem

  (12.06.2007) - Bir tuhaf ilân

  (09.06.2007) - Sağ'lı-sol'lu siyasetin sonu mu?

  (07.06.2007) - Rumeli seyahati

  (06.06.2007) - Siyasette tarafgirlik marazı

  (05.06.2007) - Siyasette savrulma günleri

  (04.06.2007) - Türkiye–ABD krizleri

  (02.06.2007) - Tereddüt nezlesi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004