Tam da ülke seçime giderken terör olaylarının tırmanışa geçtiği, yine ard arda şehit cenazelerinin gelmeye başladığı ve Türkiye’nin Ankara’da patlayan bombalarla sarsıldığı bir ortamda Washington’da tertiplenen bir “think-tank” toplantısında yeni felâket senaryolarının gündeme getirilmesi acaba neye işaret?
Peki, Anayasa Mahkemesi eski Başkanına suikast, Beyoğlu’nda en az 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir terör saldırısı, 50 bin Türk askerinin Kuzey Irak’a girmesi gibi senaryoların konuşulduğu toplantıda Türk Genelkurmay’ının da üst düzeyde temsili nasıl yorumlanmalı?
Dışişleri Bakanı Gül, Türk medyasında büyük yankı uyandıran senaryoları “deli saçması” olarak nitelerken, toplantıya katılan “TSK mensuplarının böyle şeylere gereken tepkiyi koyup, ağızlarının payını verip salonu terk etmeleri gerekirdi” diyor ve “Belki de öyle yapmışlardır” temennîsini dile getiriyor. (Hürriyet, 18.6.07)
Ancak bu çeşit toplantıların arkaplanını iyi bilen uzman gazetecilerin verdiği bilgiler hiç de öyle bir havayı yansıtmıyor; tam tersine Türk askerî yetkililerin, bu çeşit senaryoların konuşulacağını önceden bilerek toplantıya katıldıklarını gösteriyor. O zaman da iş iyice çetrefilleşiyor.
Başkanı söz konusu toplantıya katılan Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM), Org. Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanı olduğu 2002’de açılmıştı.
Merkezin açılışında konuşan Kıvrıkoğlu, SAREM’in faaliyet alanında iç politika konularının bulunmadığını ifade ederken, “Türkiye Cumhuriyetinin bekasını ve millî gücünü doğrudan ilgilendirdiği için, irticaî ve bölücü faaliyetlere ilişkin değerlendirmeler bu genellemenin dışındadır” kaydını düşmüştü.
O günden bugüne SAREM’in adı pek duyulmadı. Tâ Hudson Institute adlı neocon düşünce kuruluşunun Türkiye’de büyük gürültü koparan mâlûm toplantısına kadar. Ve bu toplantıda bizzat başkanının hazır bulunması, Dışişleri Bakanınca “deli saçması” olarak nitelenen senaryoların SAREM’in görev ve faaliyet alanına girip girmediği tartışmasını gündeme getirdi.
Toplantının Türk organizatörlerinden Zeyno Baran’ın, geçen sene “Türkiye’de 2007 yılı içinde bir askerî müdahale ihtimali fifty-fifty” kehanetinde bulunmuş olması ve Genelkurmay İkinci Başkanının da yakınlarda aynı kuruluş tarafından tertiplenen bir başka toplantıya katıldığı bilgisi, bu tartışmayı daha da ilginç kılıyor.
2001 sonrası ABD yönetimini avucunun içine alıp Ortadoğu’yu ve dünyayı ateşe sürükleme çabalarını canhıraşane sürdüren neocon çetenin önde gelen isimlerinden Michael Rubin’in, geçtiğimiz günlerde Harp Akademileri Komutanlığınca tertiplenen sempozyuma konuşmacı olarak çağrıldığı da dikkate alındığında, TSK-neocon ilişkilerinin etraflı şekilde masaya yatırılması zorunluluğu gündeme geliyor.
Eğer Türk Genelkurmay’ı söylem bazında her vesileyle tekrarladığı demokrasiye bağlılık mesajında samimî ise, demokrasimizin altını oymaya yönelik senaryolar üretmeyi iş edinen neocon çetelerle böylesine sıkı fıkı görüntüler vermesinin izahı ne? Dahası bölgeyi ve dünyayı daha büyük ateşlere atmak için yanıp tutuşan bu çetelerle TSK’nın nasıl bir ilgisi olabilir?
19.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|