Seçime sadece 40 gün kaldığı ve bütün dikkatlerin münhasıran bu konuya odaklanması gerektiği bir noktada ülke gündeminin yine Genelkurmay çıkışlı bildirilerle belirlenmesi, içine girdiğimiz sürecin özelliğini açıkça ve defaatle, tekrar tekrar gözlerimizin önüne seriyor.
3 Kasım 2002 seçimiyle iktidarı kazandıktan beri bir türlü gerçek anlamda gündem hakimiyetini başaramamış olan AKP, 27 Nisan sürecinde iyice inisiyatifi elden kaçırmış durumda.
Klasik darbe dönemlerinde, siyasî havanın bulandığı kriz ortamlarında gözler Genelkurmay pencerelerine çevrilir; gecenin geç saatlerinde ışıkların yanık olup olmadığına bakılarak darbe kehanetlerinin isabeti ölçülmeye çalışılırdı.
Şimdi ise havayı ölçmek için kullanılan “barometre” Genelkurmay’ın internet sitesi oldu.
Geceyarısına doğru siteye konulan ve yeni sürece adını veren 27 Nisan bildirisinde ana tema, bazı kutlu doğum haftası etkinlikleriyle “delillendirilme”ye çalışılan irtica iddiaları idi.
8 Haziran gecesi daha geç bir saatte yayınlanan son bildiride ise terör meselesi işlendi.
Terörün, barış, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini paravan olarak kullandığı, ulusal ve üniter yapıyı hedef aldığı gibi aşina olduğumuz değerlendirmelerin yer aldığı bildiride, halk teröre karşı “kitlesel refleks” göstermeye davet edildi. Ve bu çağrı tartışmalara sebep oldu.
Bunun üzerine, ertesi gün sabah saatlerinde Genelkurmay siteye bir tavzih açıklaması koyma gereği duydu. Teröre karşı gösterilmesi istenen toplumsal tepkinin şiddet içermemesi ve demokratik kurallar içinde ortaya konulması gerektiğini bildirdi.
Böyle bir tavzih gereğinin ortaya çıkması dahi, özellikle dikkatlerin kendi üzerinde yoğunlaştığı bir ortamda Genelkurmay’ın, adına yapılacak açıklamaları farklı yorumlara ve yanlış anlamalara meydan vermeyecek şekilde, çok ciddî kontrol ve süzgeçlerden geçirerek şekillendirmesi gerektiğini bir defa daha göstermekte.
Son örnekteki “kitlesel refleks” ifadesinin, sonraki açıklamada yer alan ölçülerle sınırlandırılmadan kullanılış şekli, ister istemez zihinlerde farklı istifhamlara yol açtı. Peş peşe kalkan şehit cenazeleriyle gerilen bir ortamda bu söze farklı anlamlar yüklenerek, işin kontrolü imkânsız noktalara taşınabileceği kaygısı dile getirildi.
Aslında Türkiye’nin şimdiye kadar çoktan, tıpkı İspanya gibi, teröre karşı yekvücut halde toplumsal bir reaksiyon ortaya koyması, milyonların katıldığı sessiz yürüyüşlerle terörü lânetlemesi gerekir ve beklenirdi. Ama olmadı.
Buna karşılık, teröre karşı yapılamayan mitingler, 14 Nisan’da ve sonraki günlerde “cumhuriyet ve laiklik tehlikede” iddiasıyla yapıldı.
Bu mitinglerin organizatörleri, teröre karşı da benzer açık hava toplantıları yapmak için nihayet harekete geçmiş bulunuyorlar. Ve galiba ilk miting 24 Haziran’da İstanbul’da tertiplenecek.
Eğer bu hazırlıklar Genelkurmay bildirisinden önce, tamamen sivil inisiyatifle ve sivil toplumun tepkisini dile getirme mesajıyla başlatılmış olsaydı, her türlü takdir ve desteği hak ederdi.
Ama şimdi istifhamlar var. “Hükümet bir de terör üzerinden mi sıkıştırılmak isteniyor? Kuzey Irak operasyonu için kamuoyu yığınağı mı yapılmaya çalışılıyor?” sualleri, bunlardan ikisi.
12.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|