Son yağışlar nisbeten ve kısmî bir ferahlama getirdiyse de, kuraklığın çoktandır ülkemizde, hattâ dünya genelinde giderek büyüyen bir endişe kaynağı haline geldiği bir vâkıa.
Özellikle batı bölgelerinde yağışın en az yarı yarıya azalması; barajlarda su seviyesinin düşmesi; gerek ziraat, gerek enerji üretimi, gerekse içme ve kullanım suyu kaynaklarının ihtiyacı karşılayıp karşılamayacağı açısından son derece ciddî kaygıları gündeme getirmiş durumda.
Hükümetin ilgili bakanları başlangıçta “Paniğe gerek yok, büyük bir sıkıntı yaşanmayacak” açıklamaları yaparken, son zamanlarda bu tavır değişmeye, kurak ve sıkıntılı bir yazın bizi beklediği yönünde sözler söylenmeye başladı.
İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerin belediye yönetimleri de alarm durumuna geçerek, halka “suyu idareli kullanma” telkinlerinde bulunma ve ek tedbirler alma noktasına geldiler.
Bu arada yağmur duaları da devam ediyor.
Kuraklığın en önemli maddî sebebi, “küresel ısınma” olarak ifade ediliyor. Ve dünyanın hızla kıyamete doğru yol almakta olduğu söyleniyor.
Nitekim Rusya’da şimdiye kadar hiç görülmemiş “karsız kış”ın Moskova Kilisesi tarafından “İlâhî ceza” olarak nitelendiğini, yılbaşını izleyen günlerde çıkan haberlerden öğrendik.
Yakınlarda dünyanın bir başka köşesinde, Avustralya’da bizzat Başbakan, halkı yağmur duasına çağıran bir konuşma yaptı.
Geçen hafta gittiğimiz Almanya’da da Nisan ayında 30 dereceyi aşan ve çayırları kurutan anormal sıcaklar bastırdığında, rahiplerin yağmur duasına çıktığı anlatıldı bize.
Demek ki, inanç sahipleri, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, bu felâket ve musibetleri benzer şekilde yorumluyor ve çıkış yolunun Allah’a yakarmakta olduğunu söylüyorlar.
Bediüzzaman da Emirdağ mektuplarından birinde, o günlerde de ülkeyi yakıp kavuran kuraklık için düşündürücü tesbitler yaparken, manevî sebepleri altı noktada özetliyor (s. 31):
* Nimet ve rahmetin fiyatı şükür iken, biz şükretmemenin de ötesinde, zulüm ve isyanımızla Cenab-ı Hakkın gazabını celb ediyoruz.
* Bu zamanda öyle günahlar ve zulümler işleniyor ki, rahmetin kesilmesine sebep oluyor.
* Enfal Sûresi 25. âyetindeki “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar” ikazıyla ihtar edilen musibetlere dikkat!
* Mal ve rızka hile, suiistimal, rüşvet ve zulümle haram karıştırılması ve şükürsüzlük büyük ekseriyeti içine alacak şekilde yaygınlaşırsa toplumlar rahmete istihkaklarını kaybederler.
* Sadaka nasıl belâyı def ediyorsa, Risale-i Nur’un yayılması ve okunması da küllî bir sadaka olarak semavî ve arzî belâlara set oluyor. Tersi durumda ise musibetlerin önü açılıyor.
* Yağmursuzluk, amelimizin ve günahlarımızın cezası olarak bizlere verilen bir musibettir.
Kalkması için, ciddî bir nedamet, tevbe ve istiğfarla, bid’aları karıştırmadan, niyaz ve hazinane yalvarmakla dergâh-ı İlâhîye iltica etmemiz ve ekseriyetin bu şuura erişmesi, bu mânâların umuma mal olması için çalışmamız, kuraklık dersini çok okuyup okutmamız gerekiyor.
Tekrar rahmete lâyık hale gelebilmemiz, toplumun genelinin bu şuuru kazanmasına bağlı.
10.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|