Dünkü yazının sonunda duyurduğumuz gibi, Aktulga ailesinin açtığı ve mahkûm edildiğimiz tazminat dâvâsındaki hak arayışımızda, son aşama olan tashih-i karar talebimizin reddiyle, Türkiye’deki hukuk yollarını tüketmiş olduk.
Atatürkçülüğü ve 10. Yıl Marşını kriter olarak gösteren mahkûmiyet kararını, “dayandığı kanıtlarla yasaya uygun” bulan ve “özellikle delillerin değerlendirilmesinde isabetsizlik görülmemesi” nedeniyle temyiz itirazımızı reddeden Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, tashih-i karar talebimizi ise çok daha farklı bir gerekçeyle reddetti.
Bu son kararın gerekçesi, Hukuk Usulü Yargılama Kanununda yapılan değişiklikle, 6580 YTL’nin altında kalan tazminatlarda tashih-i karar yolunun kapatılmış olması. Ama bu gerekçe de, Dairenin evvelce onayladığı tazminat kararında hükmedilen rakamlarla örtüşmüyor.
Çünkü o rakamlar, masraflar hariç, 10.500 YTL tutarında bir tazminatı öngörüyor. (Ve bu rakam bilâhare, faiziyle iki buçuk katına çıktı.)
Dolayısıyla, dâvânın başından bu yana süregelen hukuk dışılıklara, tashih-i karar talebimizin reddinde böylesine fâhiş bir hesap hatası yapılması gibi bir skandal da eklenmiş oluyor.
4. Daire, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin hakkımızda verdiği tazminat kararını oybirliğiyle onamıştı. Tashih-i karar talebinin reddinde ise heyet bir fire verdi. Üyelerden Mehmet Uyumaz, karşı oy açıklamasıyla karara muhalif oy kullandı.
Karşı oy yazısında belirtilen gerekçelerin özeti:
“Karara dayanak gösterilen yasa değişikliği, dâvânın açıldığı tarihten sonra gerçekleşmiştir. Yargılama hukukuna hakim kural, her dâvânın açıldığı tarihteki koşullara göre çözümleneceği ilkesidir. Yanlar arasındaki uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte hak aramanın bir uzantısı olan yasal yollara sonradan çıkarılan bir yasa maddesi ile sınırlama getirmek hukuken kabul edilemez ve kazanılmış hak ilkesine aykırı olur. Kaldı ki, olayda yasanın getirdiği böyle bir düzenleme de bulunmamaktadır.
“Dairece varılan sonucun hiçbir yasal ve hukukî gerekçesi, hattâ bilimsel dayanağı yoktur. Bu sonuçla, tarafların uyuşmazlığa düşmesi üzerine açılan dâvâ tarihindeki yasal ve hukuksal hak arama yolları, dayanaksız biçimde elinden alınmaktadır. Yazılan kararda da uygun bir gerekçe gösterilememektedir. (...) Dilekçenin reddi biçiminde varılan sonuç doğru değildir.”
Gerçi dosyadaki karar metninde yer alan tazminat miktarının yasa değişikliğiyle getirilen sınırın altında mı, üstünde mi olduğuna bakma zahmetine bu üye de girmemiş, ama karşı oy gerekçeleri yeni ve çok önemli bir hukuk ihlâlinin daha altını çiziyor: Tashih-i karar talebimizin reddi, dâvânın açıldığı tarihte kullanabilir durumda olduğumuz bir hak arama yolunun, bilâhare hukuka ve yerleşik uygulamaya aykırı biçimde elimizden alınması anlamına geliyor.
Aslında bu dâvâ başından itibaren, hem usul, hem de esas yönlerinden iç içe geçmiş ciddî ve vahim hukuk ihlâlleriyle bu noktaya geldi.
İnancımız o ki, eğer hukuk sistemimiz objektif ve evrensel kriterlere uygun işlemiş olsaydı böyle bir netice ile asla karşı karşıya kalmazdık.
Umarız, Ankara’da yapılan hukuk ihlâli Strazbourg’da düzelir; yanlış karar AİHM’den döner.
08.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|