Türkiye’de yine inanılamayacak garip şeyler yaşanıyor. Genelkurmay tarihte görülmeyen bir biçimde halkı reflekse, yani sokağa inmeye davet etti. Aslında burada içiçe geçmiş bir süreç ve iki tehlikeli belirti var. Bunlardan birisi, Genelkurmayın hükümetten bağımsız ve müstakil hareket etmesidir. Irak’ın kuzeyine harekât yapmayı her ne kadar ‘biz sokak kabadayısı değiliz’ diye reddetseler bile, fakat açıklamalarla başlarına buyruk davrandıklarından şüphe edilemez. Bunun derin sebepleri var. Ama konuyu ve durumu anlamamız açısından yüzeydeki tartışmalara bakmakla yetinelim. Sözgelimi, hükümet ile askerler arasında ‘kim kime bağlıdır’ tartışması yaşanıyor. Bu mesele temelden çözülmedikçe krizler de çözülmez. Anlık olarak çözüldüğü varsayılsa bile sürekli yeniden nükseder. Türkiye’de olduğu gibi. Türkiye bir türlü normalleşemiyor. Ceviz Kabuğu’nda Mesut Yılmaz, aslında cumhurbaşkanlığı krizinin 12 Eylül’de kabul edilen bir anayasanın ürünü olduğunu söyledi. O dönemin olağanüstü halinde kişiye mahsus cumhurbaşkanlığı tanımı ve tarifi yapıldı. İşe göre adam değil adama göre iş ihdas edildi. Yetkileri bol ve sorumluluğu olmayan bir cumhurbaşkanlığı modeli kabul edildi. Ahmed Necdet Sezer bile o makamda değilken bu yetkilerin fazlalığından şikâyet etmişti.
Normal dönemlerde olağanüstü dönemlerin yasalarıyla idare edilmemiz krizin temelini oluşturuyor. Bu bağlamda geriye dönük olarak bir ayıklanma yapılması şart. Normal dönemde normal yasalara geçemeyişimizin temel sebebi askerlerin ‘serkeşliği’ ise sivillerin de ‘korkaklığı’dır. Ama bu fasid dairenin aşılması lâzım. Vakti geldi de geçiyor. Dünya da bizim gibi. Lübnan krizi ile Türkiye’deki kriz arasında birçok benzerlik noktası var. Dünya da, 1945’lerde olağanüstü dönemde temelleri atılan sistemle yaşıyor. Daha doğrusu krizlerle birlikte yaşamaya çalışıyor. Siviller 12 Eylül rejimini değiştirmekte çok geç kaldılar. Değiştirme iradesini kaybedenler değişirler. Devri sabık meydana getirmek istemeyenler devr-i sabık olurlar.
***
Askerler mi sivillere siviller mi askerlere bağlı meselesi kişisel bir tartışmanın ötesinde yasal olarak da tartışmalıdır. Zira sivillerin elinin değmediği halen yürürlükte bazı mayınlı hükümler ve kanunlar vardır. Askerler de zaten bu mayınlı tarlaların temizlenmemesi için siyaseti parçalı tutmaya gayret etmişlerdir. Bir hukukçunun dediği gibi eğer anayasa net değilse o ülke mayınlı bir arazi veya kaygan bir zemin gibidir. Nitekim 27 Nisan sürecinde bunu yaşadık. Bu çerçevede Çapraz Ateş’te emekli Tuğgeneral Ramiz İlker Erdoğan’ın ‘Genelkurmay bana bağlıdır’ sözünü eleştirmiş. Nazlı Ilıcak’la polemiğe girmiş. Öyleyse genelkurmay devlet yapısının veya hiyararşik yapının dışında kendi yörüngesinde hareket eden bir kurumdur. Başına buyruk hareket eder ve siyasî referansı tanımaz. Buna iki başlı idare denilir.
Bir ülkede idare hiyerarşik değilse; kimin kime bağlı olduğu belli değilse orada çift başlılık veya çok başlılık vardır. Tayyip Bey ilk dönemlerde sürekli oligarşik yapıdan şikâyet ederdi son sıralarda o da havlu attı. Belki Başbakan Erdoğan’ın ‘genelkurmay bize bağlıdır’ sözü şeklen doğru ama mahiyet itibarıyla tartışmalıdır. Bu tehlikenin diğer tarafı da genelkurmay bildirisindeki son paragraftır: “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir...” Burada ‘kitlesel karşı koyma refleksi’ ne anlama gelmektedir? Cumhuriyet mitingleri gibi yeni mitinglerin tertip edilmesi midir? Herhalde öyle anlaşılıyor. Pekâlâ denildiği gibi genelkurmay böyle bir çağrı hakkına ve yetkisine haiz midir? Değil ama yine de ikili sistemde fiili bir yeri var.
***
Cihet-i askeriye hükümete bağlı olmayı özde reddettiği gibi, ayrıca başına buyruk hareket ediyor ve onun ötesinde sivil alanının insiyatifini de ele geçirmiş durumdadır. Bu güvenlik üzerinden bir siyasî harekâttır. Bunun iki tehlikesi vardır. Bu çığır hükümeti eninde sonunda destabilize eder, yutar. Hükümet bu çığırın altında ezilir. İkinci tehlike daha büyüktür ve ülkeyi istikrarsızlaştırma ihtimâlini barındırmaktadır. Netice itibarıyla, PKK çapulcu bir örgüttür ve büyük nisbette de Kürt halkından kopuktur. Kitleleri toplumsal reflekse davet etmek meseleyi güvenlik boyutundan halk boyutuna taşımak olur. Bunda, halkın bir kısmının diğer bir kısmına yabancılaşması veya kutuplaşma tehlikesi vardır. Maalesef siyasî süreç, giderek güvenlik sürecinin esiri haline geliyor. Bu güvenlik üzerinden siyasetin manipülasyonu iddialarını da beraberinde getiriyor. Maalesef bir kez daha cinin şişeden veya diş macununun tüpten çıktığını müşahade ediyoruz. Kriz seçimler öncesinde derinleşiyor. Söylediklerimizin hepsi ihtimâl dairesinde kalabilir ama tehlikeli bir süreçle karşı karşıya olduğumuz şüphe götürmez bir gerçektir. Bu açıdan, sağduyunun yeniden toparlanması vaktidir.
10.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|