Güneydoğu bağlamında artan terör olaylarının arkasında Türkiye seçimlerine dair mühendislik planlarının yattığı çok yaygın bir söylem ve kanaat. Amaç, milliyetçi dalgayı köpürterek önümüzdeki dönemdeki Meclis dağılımını tayin etmek veya etkilemek. Esasında 27 Nisan’dan sonra Başbakan Tayyip Erdoğan teşhisi koymuştu: Blokaj...
Blokaj mühendislik ve kurgular üzerinden devam ediyor. Çok başarılı olduğunu söylemek de mümkün değil. Asıl soru şu: Ya mühendislik hesapları tutmazsa, o zaman ne olacak? Yandı gülüm keten helva mı? Mühendislik hesapları tutmazsa AKP’ye bir dönem daha iktidar şansı tanırlar mı? Önümüzdeki dönem için cevabı aranan soru budur. Mehmet Ali Birand ve diğerlerinin bu yöndeki analizleri kaygı verici. Akşam yazarı Serdar Turgut da yaşadığımız buhran dönemine ilişkin kimi AKP’lilerden aktardığı analiz tablosu da hiç iç açıcı değil. Buna göre, sözkonusu AKP kurmayları yaşanılan dönemi 28 Şubat sürecinden daha ağır buluyorlarmış. Bence de öyle. 28 Şubat süreci bunun yanında hafif kalır. Seçimler aceleye getirilmeseydi siyasî mühendislerin siyaseti yeniden tanzim etmek için yeterince zamanları olacaktı. Baskın seçimler siyaseti daha da karıştırdı ve bulandırdı. Kimse yeteri kadar hazırlık yapamadı. Herkes kolu kanadı kırık bir şekilde seçimlere giriyor. Bu da süreci daha bilinmez ve dolayısıyla daha tehlikeli hale getirdi. Bununla birlikte kimi analizciler PKK saldırıları sonucunda kabaran dalgaların MHP’nin yeni Meclise girme şansını artırdığı görüşünde. Aksi takdirde, Meclis iki partili olabilirdi. MHP’nin pozisyonunu güçlendiren ikinci sebep ise DYP ve ANAP’ın yaşadıkları birleşme sürecidir. Katılmamakla birlikte, piyasada MHP’nin önünü açmak için bu yola gidildiğini öne sürenler de var. Bu bağlamda, kimi yazarlar son sıralarda artan PKK saldırılarının hükümeti terör konusunda sıkıştırmaya yardımcı olduğunu ifade ediyorlar. İktidar, Kuzey Irak ve terör üzerinden sıkıştırılıyor. Ve özellikle de MHP’li ve Ulusalcı kesimler bu tırmanıştan bizzat hükümeti sorumlu tutuyorlar. Bu hesaplar sonuç verirse, AKP dışlanarak bir CHP-MHP koalisyonu kurulacak. Bu gerçekleşirse de 28 Şubat süreci bu haliyle de yeniden yaşanmış olacaktır. Ama ben buna pek ihtimal vermiyorum.
***
Ama blokajın siyasî ayağı mânâsında Bahçeli ve diğerleri şimdiden AKP’ye 28 Şubat sürecindeki suretiyle RP modeli uyguluyorlar. Bahçeli yine AKP’ye de dinlenmesini tavsiye ediyor. Seçimler sonucunda millet kimi nadasa bırakır bilinmez, ama MHP şimdiden blokajdaki yerini almış oldu. 28 Şubat’ı andıran gelişmelerden birisi de “ismi lazım olmayan bir askerî yetkili veya rütbeli dedi ki”nin yerini, şimdi yine kimin dediği pek belli olmayan internet açıklamalarının almasıdır. Demek ki, yine AKP sonrası için bir siyasî mühendislik çalışmasıyla karşı karşıyayız. Bütün bunların sonucunda Meclis aritmetiği koalisyona mecbur ederse, AKP, RP veya cüzzamlı muamelesi görecektir. AKP yeterli oy alırsa bu takdirde krizin rengi değişecektir.
***
Bu süreçte bizim de kendimizle hesaplaşmamız lâzım. Bizim de yanlışımız var mı ve varsa nerede yanlış yaptık? AKP daha baştan beri Hasan Celal Güzel veya benzerleri gibi darbesavar güçlerle veya ittifaklarla kendisini sürpriz olmayan gelişmelere hazırlamadı veya kendisini sağlama alamadı. Onları Meclise dahi taşıması, katkı olurdu. En azından bu görüntünün caydırıcılık vasfı olurdu. Aksine yeni dönemdeki light adaylarla bünyesini daha da kırılgan hale getirmiştir. Caydırıcılık yerine şirin görünme veya ayartma seçeneğini tercih etmiştir. Kendilerine hayırlı olsun diyoruz. Demokratik katılım dedikleri herhalde bu olsa gerek. Bundan dolayı başkalarına çuvaldızı batıralım, ama kendimize iğne batırmasını bilelim. O zaman süreç sağlıklı yürür.
Bir iki gün önce bir kanalda Meral Akşener’i dinledim. İki gazete patronundan bahsetti. Birisi malum Aydın Doğan. Diğerinin ismini vermedi. Ama hepimiz biliyoruz. Halbuki Türkiye’de bir görünüre mukabil, iki de görünmez basın patronu var. Bu oligarşiden şikâyet edenlerin kendi güç merkezlerini oluşturduklarının ifadesidir. Öyleyse bu kavganın ekseni hak-batıl kavgası değil, cihangirlik veya taht kavgasıdır. Güç hesaplaşmasıdır. Yüzeyde laik-anti laik görünse bile, derinlerde devlet içinde şu veya bu şekilde yapılanmış veya palazlanmış grupların otorite kavgasıdır. Burada taraf olmayanlara hakkı hayat yoktur. Bu da göstermektedir ki, burada hakkı temsil ettiklerini söyleyenler niyetlerinin pek uzağına düşmüşlerdir. Hakikat peşinde koşarken süreç içinde aracı, hakikatın veya hedefin yerine koyarak onun peşine takılmışlardır. İlkeleri yerine kendilerini hakikat yapmışlardır. Hakkaniyetin yerine gücün peşine düşmüşlerdir. Böylece ilkeler berrakiyetini ve şeffafiyetini kaybetmiştir. Ve zamanla Hürriyet’e karşı çıkartılan gazeteler ‘gizli Hürriyet’ veya Cumhuriyet’e karşı çıkan gazeteler tersi Cumhuriyet haline gelmişlerdir. Bu itibarla, ömürlerini serap peşinde tüketenlere tokmak gibi bir gerçeği hatırlatalım: Paradigma değişmedikçe, siz bütün basını ve organları da ele geçirseniz yine de mağlupsunuz. Çünkü mücadeleyi ilke ekseni üzerinde yürütmüyorsunuz. Bunun için de gerçek dostlarınızı düşmanlarınız gibi dışlamaktasınız. Ahlâkı ihmal ettik, ama gücü ihmal etmedik ve bu ihmal etmediğimiz güç, güç olmadığı için başımıza iş açıyor.
12.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|