Risâle-i Nur’un yüzyılları saran sosyal projeksiyonlarını kısmen sıralamak istiyorum. Tamamı için daha uzun ve yoğun bir çalışma gereğini anlayışla karşılamanızı diliyorum: Özetle;
1- Risâle-i Nur, Kur’ânîdir ve hiçbir şahıs ve zümreye tahsis edilemez. Onu okuyanlar, inananlar ve yaşayanlar, derecesine göre “dost, kardeş, talebe” olarak tanımlanmıştır. Bu yüzyılda Kur’ân’ın çağdaş izahını, farklılaşan şartları dikkate alarak analiz etmektedir. Tesbitlerden sonra çözüm öneren bir tefsirdir.
Referans değeri vardır. Dayanakları onu güçlü ve vazgeçilmez kılmıştır. Son 95 yılın en dikkat çekici ve etkisini gittikçe arttıran, her yaş ve seviyeye hitap eden İslâmî bir ekolün inşasıdır.
2- Sosyal hayata dair günümüzü dikkate alan bir yaklaşımı vardır. “Muktezâ-yı hâle mutabık” olma disiplinini verir. Yeni şartları, ortamları, gereklerini duruma ve muhataba göre değişen sonuçları, değişmez bir feraset ve prensiple ortaya koyar.
3- Tahkik ehli olmak, vazgeçilmez ölçüsüdür. “İlme istinat” ile yol alır. Yani araştırmadan, “mihenge vurmadan”, ölçüyle tartmadan hiçbir “malı” almaz. Sathî, hissî ve şahıs merkezli oluşum ve dönüşümlerden uzak durur. Sosyal hayatın dinamizmine, “Ben merkezli” oluşumların ve siyasî ihtirasların dürbünüyle bakmayacak kadar mesafelidir. Konjonktürel rüzgârların yelkenlerini şişirmez. Kendi aslî ruhuyla daha derin bir mânâ ile kendine sabitlenir.
4- Cemaat/şahs-ı manevî/kurumsallık/ortak hafıza ile hadiseleri okur ve mütalâa eder. Ferdîliğin yanıltıcı, zamanın öğütücü zorlamaları ile sosyal değişkenlere göre rotasını değiştirmez ve etkilenmez. Toplum hukuku gereği, ânî reflekslerden kaçınır.
Hızlı ve fevrî etkilerin kucağına ve sathîliğine düşürmez. Akl-ı selimin kalbî kotlarına ve ölçülü duruşun kalıcı izlerine sahiptir.
5- Din adına siyaset, ticaret ve manevî nüfuz temin etmez. Bunu ne “oy”a, ne “koy”a, ne de “soy”a tahvil edecek bir niyet ve yaklaşımın en ufak bir ihsasında bile bulunmamayı şiar edinmiştir.
Mukaddeslerin tartışma konusu olmasından, münakaşaya dönüşmesinden ve boğuşmaların menfîliğinden uzak durur. Hikmetle ve cesaretle mânâyı tâçlandıracak bir ihlâsın şahsiyetli duruşunu sergiler. “İstiğna mesleğinin” gönül zenginliğine adanmıştır. Dünyevî beklentilerin ve talepler hiyerarşisinin zarûret bahanelerinden kurulu tuzaklarından uzaklaştırır, korur.
Dünyaya kalben bağlanmamayı, kesben de terk etmeme dengesini verir. Hırslarımızdan ve faydacı ortamların işbirliklerinden azade bir ruh haletinin ulvî zevkini tattırır. Bu yönüyle bağlantısızdır, bağımsızdır, hususîdir ve evrenseldir. Bağlandığı nokta Kur’ân’ın mânâ ve kudsiyetidir. Doğu ve batının düşünce hareketlerini aşmıştır. İnsan merkezli bir hususiliğin iman tabanıdır. Beşeriyet anlamında da İslâm’ın evrensel mesaj dokusunu taşır.
6- Sonuç odaklı değildir. Süreç odaklıdır. Vazife merkezlidir. Sorumluluk altında mükellefiyet esaslıdır. Yani “Vazifemizi yapmak, vazife-i İlâhiyeye karışmamak” yaklaşımını temel ölçü alır.
Kazanan veya kaybeden taraf düşüncesinin politik aklıyla ve beşerî zaafların “durumdan vazife” kıvraklığıyla hareket etmez. Kazanılması gerekenin rıza dairesi ve Risâle-i Nur prensipleriyle buna ulaşmak olduğunu gösterir. Akla ispat ettirir.
Çoğunluk baskısına, duyguların feveranına ve radikal dönüşümlerin aklı kısa süreli tatile çıkaran “haklı mazeretler”ine ve gerekçelerine, ihtisasın ve itikadın kurban edilmemesi gerektiğine inanır.
Bunun adı, mutedil iklim ve sağduyulu tercih ile meşrûiyeti sağlayacak zemini korumaktır. Geri adım atmamaktır. Tavizlere sığınmamaktır. Pozitif etkiyi genişletmektir.
İdarî ve siyasî gel-gitlere maruz kaldıkça sarsılmayacak bir noktaya kilitlenecek değerlerle donanmış olmaktır. Böyle olunca sükûnetin ve diyaloğun tebliğ geçişleri hızlanır. Akla avdet başlar. İlkeli kavrayış, bundan sonra hakkın hatırını yüceltir.
12.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|