İslâm dünyasına “kadın hakları” dersi vermeye meraklı olan AKP iktidarının yönettiği Türkiye’de kadın hakları ve kadın meselesi ne durumda; birlikte gözden geçirelim.
Bu konuyu özellikle gündemde tutan ve son olarak Mekke’deki İKÖ zirvesinde de aynı tavrını sürdüren Dışişleri Bakanı diyor ki:
“Başörtüsü konusunda devletin görüşünü ve var olan kanunları savunmak zorundayım.”
“Devlet”in görüşü belli: Başörtüsü yasak.
Ama Gül’ün “var olan kanunlar” dediği ne?
Türkiye’de başörtüsünü yasaklayan hiçbir kanun yok. Ama “devletin görüşü” kanunlar üstü bir konumda olduğu için hâlâ yürürlükte. Ve bu duruma AKP de boyun eğmiş vaziyette.
O kadar ki, seçimlerde başörtülü aday dahi gösteremiyor, ama hal bu iken dahi Gül İslâm âlemine “kadının siyasî hayata katılımı” öğütleri vermekten geri kalmıyor.
Elbette ki, Türkiye’deki kadınların tek sorunu başörtüsü değil. Ama en yakıcı olanlarından biri. Öyle olmasa Gül bu konuda niye “Devletle vicdanım arasında sıkıştım” desin?
Sonuçta, “devlet görüşü”ne yaslanarak başörtülü kadınların kişilik hakları başta olmak üzere eğitim, çalışma ve seçilme gibi temel haklarını elinden alan uygulamalar, AKP iktidarında daha da artarak devam ediyor. (...)
Öte yandan, başörtülü başbakan, bakan ve milletvekili eşlerinin bir kısmının “türbanlı sosyete” türü magazin haberlerine konu olacak tavır ve görüntüler sergilemeleri ise, dejenerasyon ve yozlaşma sürecinin ulaştığı boyutlar açısından hazin örnekler oluşturmakta.
Hiç üzerinde durulmayan bir başka önemli nokta, böyle garip ve çelişkili bir tabloda kadının siyasî ve sosyal hayata katılımına yönelik teşvik ve telkinlerin, ANAP’la başlayıp RP ile devam eden ve AKP ile yeni boyutlar kazanan “dünyevîleşme” süreciyle bağlantısı.
Yıllar önce ilk defa ANAP’ın “dindar” kanadıyla gündeme gelen “Müslüman sosyete” kavramı, şu anda “AKP zenginleri” kanalıyla daha yaygın bir şekilde öne çıkmış durumda.
Bu çerçevede kapitalizmin gelişmesinde Protestanların oynadığı role izafeten, “İslâmcı müteşebbisler”e “Müslüman Kalvinistler” benzetmesi yapılırken, kadınları da bu sürece dahil etmek için—Emine Erdoğan’ın kadın girişimcilere yönelik bir toplantıda yaptığı konuşmada olduğu gibi—Hz. Hatice’nin “girişimci ve tüccar” kimliğine dikkat çekiliyor.
Hz. Hatice’nin Peygamberimizle evlenmeden önce ticaret yaptığı, elbette ki tarihî bir vâkıa. Ama bilhassa bugünün ortamında onun asıl vurgulanması gereken yönü, imanı, ihlâsı, teslimiyeti, ibadeti, ahlâkı olmalı değil mi?
Ne yazık ki, öncelikle ekonomiye, zenginleşmeye, ticarete, pazarlamaya yoğunlaşmış olan AKP anlayışının gündemi daha değişik.
Öyle olunca, manevî ve ahlâkî konularla ilgili kaygılar ister istemez geri planda kalıyor.
Üstelik ve dahası, “dünya güzeli” seçilen Türk kızının AKP iktidarında Başbakan düzeyinde kutlanıp ağırlanması ve İstanbul’da yeni plajlar açmanın en önemli icraatlar arasında sayılması gibi örneklerde görüldüğü üzere, tersine gelişmeler hızla yaygınlaşıyor. (10.12.05)
29.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|