Vaktiyle RP’de ve Refahyol hükümetinde önemli görevler üstlenen ve halihazırda AKP yönetimiyle işbaşındaki iktidarın da en etkin ve belirleyici isimlerinden biri olan siyaset adamı, özel bir sohbette şunu söylemiş:
“Biz Bediüzzaman’ın haklılık ve isabetini 28 Şubat duvarına çarptıktan sonra anladık.”
Sonraki söylemlerinde, din adına parti kurmanın ve siyaset yapmanın yanlışlığını her vesileyle tekrarlayarak, “Meğer Bediüzzaman haklıymış” sözüyle neyi kastettiğini müteaddit defalar ortaya koydu bu siyaset adamı.
Ve söylediği doğruydu. Yüz sene önce siyaset anlamında “Din adına ortaya çıkmak lâzım” diyenlere Bediüzzaman’ın verdiği “Din umumun malıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez” cevabının isabetini ancak acı tecrübeler, ağır bedel ödemeler ve ödetmeler sonrasında idrak edebilmiş olmanın itirafıydı.
Ayrıca “Hatadan dönmek fazilettir, zararın neresinden dönülse kârdır” prensipleri çerçevesinde, takdire şayan bir tavrın ifadesiydi.
Ancak, sonraki çizgisine bakıldığında, Bediüzzaman’dan aldığı “fazlasıyla gecikmeli” dersin tam olmadığı, eksik kaldığı görülüyor.
Çünkü din adına siyasetin yanlışlığını ısrarla vurgulayan Said Nursî’nin hassasiyetle üzerinde durduğu bir başka önemli nokta, münhasıran dine hizmet gerekçesiyle ve dindar kimliğini öne çıkararak siyasete atılmanın da isabetli bir tercih olmadığı. Ona göre, siyaset herşeyden önce dine hizmetin özünü ve ruhunu oluşturan ihlâsı kırar. Aynı şekilde, bilhassa günümüz siyasetinde kesinlikle yeri olmayan, ama dine hizmetin vazgeçilmez şartlarından birini oluşturan şefkat esası da din hizmetkârlarının aslî meşgale olarak siyasetle uğraşmasına müsaade etmez.
Ayrıca, iktidar aldatıcıdır. İnsanları çok kolaylıkla şaşırtıp yoldan çıkarabilir. Son derece halis niyetlerle siyasete atılanları dahi, iktidar ve rant uğruna her türlü manevrayı çevirebilecek insafsız muhterislere dönüştürebilir.
Onun içindir ki, Bediüzzaman Asr-ı Saadeti ve Selef-i Salihîni hariç tutarak “Siyasetçi tam dindar olmaz, dindar olan da siyasetçi olamaz” diyerek önemli bir noktayı vurgular.
Ağırlıklı olarak “dindar” kimliği öne çıkanlarca kurulan bir parti olan AKP bünyesinde derinden derine devam eden makam-mevki ve rant kavgaları bunun ibretli örnekleri.
Bir başka nokta, senelerce din adına siyaset yapmış kadroların “Meğer yanılmışız” diyerek yola devam ederken, haklarındaki “Acaba takiyye mi yapıyorlar?” kuşkusunu dağıtma hususunda yaşadıkları ciddî zorluklar.
Eğer alabildiğine iddialı bir eda ile iktidara talip olma tavrında bu kadar ısrarlı olmasalardı, herhalde inandırıcılık açısından bu derece müşkilât çekmezlerdi. Oysa şimdi istedikleri kadar “Biz değiştik” diye dil döksünler, kendilerine şüpheyle bakanları bir türlü ikna edemiyorlar. Müfrit ve radikal karşıtlarınca ise “28 Şubat’ta bertaraf edilen zihniyetin kılık değiştirmişi” olarak damgalanıyorlar.
Sonuçta, “Biz öyle değiliz” söylemlerine paralel olarak sergilenen cesaretsizlikler, vaktiyle sebebiyet verilen mağduriyetlerin kronikleşerek devamını netice veriyor. (14.8.05)
26.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|