Geniş dairedeki küçük meselelere daldığımız için, küçük dairedeki büyük meselelerimizi ihmâl ettiğimiz açık olarak görülmektedir. Göz göre göre insanlığımıza, imanımıza irtifa kaybettirecek meşguliyetlerle, adeta kendimizden geçercesine iç içe yaşamaktayız.
Zihnimize doldurduğumuz dünyevî malumatlar, ahiretteki ebedî saadeti kazanmanın önemini bizlere hatırlatmamaktadırlar. Divanelik sıfatı tam olarak bizlerin üzerine oturmaya başlamıştır. Akıllı olduğumuzu iddia etme mecalimiz kalmamıştır.
Eğer divane olmasaydık, eğer aklımızı doğru bir şekilde çalıştırmış olsaydık, kısa zamanda elimizden çıkması muhakkak olan değerlere dört elle sarılmazdık. Eğer aklımızı kullanıp, kalbimizi günahların fırlattığı oklardan koruyabilseydik, dünyanın siyâsî olaylarından başımızı kaldırıp, nefsin aklımız, kalbimiz, vicdanımız ve bütün duygularımız üzerinde kurduğu hâkimiyeti fark edebilecek ve bundan kurtulmanın yollarını arayacaktık.
Şu partinin veya bu partinin iktidarını kendimize kurtuluşun gereği olarak görürken, güzel duygularımızın mağlubiyetini ve nefsin dünyamızda baskıcı bir iktidara sahip olduğunu aklımıza bile getiremiyoruz. Şeytanın propagandaları dünyamızda oldukça fazla etkili olmaktadır ki, iç dünyamızda seçimi kaybettiğimizi pek önemsemiyoruz.
Şöyle kendimize bir dönüp düşünme imkânı bulabilseydik, nefsimizi hesaba çekme mecalini kendimizde görebilseydik, birçok konuda boşuna kürek çektiğimizi anlardık. Kendimizi kurtarmak gibi bir derdimiz olmadığı için dünyayı kurtarmaya soyunuyor veya dünyayı kurtarmaya soyunanların yelkenlerini gevezeliklerimizle şişirmeye çalışıyoruz. İtiraf etmeliyiz ki duruşumuz ve durumumuz hiç de iç açıcı değildir. Gaflet bütün duygularımızı köreltmiş ki gerçeğin çok uzağındaki çöllerde at koşturmaktayız.
Gerçekten düşünmeye dalınca ve iyi-kötü, yanlış-doğru, aydınlık-karanlık karşılaştırmalarını yapmada muvaffak olduğumda kendimden utanmaya başlamaktayım. Çünkü çoğu zaman farkına varmadan kötüyü iyiye, yanlışı doğruya, karanlığı aydınlığa tercih etme gafletine düştüğümü anlıyorum. O zaman kendi kendimi sorgulamaya başlıyorum. Bütün varlıklar içinde en mükemmel olarak yaratılan, Yaratıcının halifesi payesine lâyık görülen ben neden bu kadar ebedî hayatım için tehlikeli olan düşme ameliyesinden kendimi kurtaramıyorum acaba? Sonunda anlıyorum ki, suçluyu uzakta arama zahmetine girmeye hiç gerek yoktur. Suçlu başkası değil benim.
Doğru olmadığını çok açık bir şekilde gördüğüm yollardan gidiyorsam veya doğru yolda olduğum halde bazen yanlış yollara sapmaktan kendimi kurtaramıyorsam herkesten önce ben bundan sorumluyum. Gerçek şu ki, suçluyu başka yerde arama kolaycılığına yöneldiğimiz için yanı başımızdaki yangını fark edemiyoruz. Oysa tehlikenin en büyüğüne kendimiz maruzuz.
Evet bu sıcak yaz mevsimi, bu gaflet zamanı uyuma zamanı değildir. Gafletimizden istifade eden şeytanlar bizleri asıl gündemimizden uzaklaştırmasın. Yüzde bir oranında değer vermemiz gereken siyasetin, dünyamızın yüzde doksanına hâkim olmasına izin vermeyelim. Her şeye kıymeti nisbetinde değer vermek insan olmanın gereğidir. Ölçüyü kaçırır da değersiz metaları hayatımızın her tarafına ve her ânına hâkim kılarsak, insanlığımıza derc edilmiş olan yüksek karakterleri ve yüce hasletleri kaybeder, hayvanların bile gerisinde kalma tehlikesine maruz kalırız.
26.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|