Rahmetli babacığım, içinden çıkamadığım meseleleri danışma amacıyla kendisine aktardığımda tebessümle, “Sen filmin sonlarına doğru geldin, biz bu filmi başından beri izliyoruz” der, anlayabileceğim şekilde problemimi çözerdi.
Tesettür Risâlesi’ne dair okumalarımda onun gülümseyerek söylediklerini sıkça hatırladığımdan, kadınların tesettürüne dair günümüzde yapılan “kısır” tartışmaların köklerine inmeye karar verdim. Bunun için takip edilecek tek yol vardı: “Zaman tünelinde seyahat” Malumunuz, “zamanda seyahat” sinema dünyasında sıkça kullanılan bir teknik…
Tarihçi değil, ama tarihe meraklı bir okuyucu sıfatıyla elimdeki kaynakları okudukça zaman zaman sizlerle paylaşacağım.
Mehmet Akif Ersoy’dan Ahmet Mithat’a Osmanlı aydınlarının kadın, aile, tesettüre dair fikirlerini “zaman tünelinde tesettür meselesi” başlığıyla deryadan bir katre misâli sizlere ileriki çalışmalarımızda sunabilme temennisiyle…
(Bu konudaki tavsiyeleriniz, tesettür okumalarımı zenginleştirecektir. Bilgilerinizi paylaşırsanız sevinirim.)
Osmanlı aydınları tesettürü tartışıyor
Yakın tarih uzmanları, Cumhuriyet ideolojisi üzerinde etkili olan bazı Osmanlı aydınlarının kıyafeti bir “çağdaşlık projesi” olarak gördüğünü anlatır. Bir türlü tamamlanamayan bu projenin(!) mimarları arasında Abdullah Cevdet, Beşir Fuat, Baha Tevfik gibi isimler vardır. Bu aydınlar fikirlerini İçtihat, Meşveret gibi dergilerle halka ulaştırırlar.
Mehmet Akif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli gibi Osmanlı aydınları ise tesettürün çağdaşlaşmaya engel olamayacağını makalelerinde ifade ederler. Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad, Beynül-hak, İslâm mecmuası, Volkan gibi dergilerdeki çalışmalarıyla halka ulaşırlar.
Sözgelimi; 1914 yılında, İsmail Hakkı İzmirli, Sebilürreşad dergisindeki makalesinde şunları söyler: “Bugün bizi en ziyade meşgul eden bir mesele-i ilmiye var ise, o da tesettür meselesidir.”
Osmanlının pozitivist aydınlarından Abdullah Cevdet (1869–1932) ise kendi çıkardığı İçtihat dergisinde başörtüsü aleyhinde yazılar neşreder. Bir makalesinde, Fransız edebiyatçı dostunun tavsiyesiyle “Avrupa’dan damızlık erkek” getirmeye kadar vardırdığı “Müslüman kadını çağdaşlaştırma” formülünü şöyle izah eder:
“Fermez le Coran, ouvrir les femmes.”
Yani: “Kur’ân’ı kapa, kadınları aç.”
İslâm düşmanı ve müsteşrik Dozy’nin eseri “Essai Sur l’histoire de l’İslamisme” adlı kitabını Tarih-i İslâmiyet adıyla tercüme eden Cevdet, bu kitapta Peygamberimize karşı saygısız ifadeler kullandığı için dindar insanların samimi duygularını rencide eder. Öyle ki, halk, Allah düşmanı manasında “Adüvvullah Cevdet” diyerek onu anar.
Abdullah Cevdet’in dostlarından ve dönemin aydınlarından Baha Tevfik de bir tesettür aleyhtarıdır. Bir makalesinde “Maddî sebepler ve tesettür insanları birbirinden ayırıyor” der. Evlilik kurumuna şiddetle karşı çıkar.
“Tesettür Risâlesi ilmî bir cevaptır”
Osmanlı aydınlarının kadınların tesettürüne dair fikirlerini okurken dikkatimi çeken ilk nokta, onların bu konuyu hep “ilmî bir mesele” olarak ele almaları…
Bediüzzaman Hazretlerinin, Kur’ân’ın tesettür emrini yorumladığı Tesettür Risâlesinde benzer eserlerden çok farklı bir açıdan, orijinal bir şekilde konuyu sosyolojik, psikolojik, biyolojik… temellere oturtması boşuna değil. Zaten bu eser yüzünden sorgulandığı Eskişehir Mahkeme Savunmasında altını çizdiği en önemli noktalardan bir tanesi de eserin taşıdığı “ilmî” mahiyettir.
Zaman makinesi 1935’te…
Zaman Tünelinde 1935 Eskişehir Mahkemesi’ndeyiz…
İslâm’da kadın haklarıyla ilgili Kur’ân’ın tesettür ve miras âyetlerini yorumlayan Bediüzzaman Hazretleri “İrtica” suçlamasıyla yargılanıyor. Bediüzzaman’ı dinliyoruz:
(Savunma, insanlık tarihi sahnesinde muhteşem bir mü’min duruşu sergiliyor. Ayrı bir kitapçık olabilecek kadar da uzun…)
“Hem, bunu biliniz ki: Yirmi-otuz sene evvel bir gazete gördüm ki, İngilizlerin bir müstemlekat nazırı demiş: ‘Bu Kur’ân Müslümanların elinde varken, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.’ İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum. Dâhiliyeye pek bakamıyorum ve dâhildeki kusuru, ‘Avrupa’nın hatası, ifsadıdır’ derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillahilhamd, Risâle-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. Dünyada, hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükümet yoktur ki, kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir maden-i kuvve-i mâneviyesini yasak etsin ve naşirini mahkûm eylesin! Avrupa’da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki; hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve ahirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez…” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat 2006, baskısı, s. 347)
müstemlekat nazırı: sömürge bakanı,
muannid: inatçı
24.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|