Dostları bir bir ötelere yolcu ediyoruz. Elbette burası son menzilimiz değil. Ebed yolcusu için bir uğrak yeri ve menzili. Bir gölgelik. Biz de bir yolcuyuz.
Nusret Özcan hasbî dostlarımızdan birisiydi. Yeni Şafak’ta birlikte çalışmıştık. İlgi alanlarımız ortaktı. Orada muanese ettiğimiz, dertleştiğimiz arkadaşlarımızdan birisiydi. Son yıllarda çektiği dayanılmaz acılar yüzünden dostları olarak biz de hep muzdarip ve dert yüklüydük. Büyük ve ağır imtihanın ardından kısmen de olsa sağlığına kavuşmuştu. Yeni Şafak’taki işine döndüğünü duydum. Kendisini biraz da uzaktan uzağa takip ediyorduk. O rahatsız etmeyi hiç sevmezdi. Biz de mahcubiyetimiz ve kederimizden dolayı kendisini üçüncü dostlar aracılığıyla uzaktan takip ediyorduk. Tâ ki bir telefonla sarsılana kadar. Hiç beklemediğimiz bir anda yine Zaman’dan dostluğumuzu Yeni Şafak’a taşıdığımız ve sonra bütün çatıları aştığımız Fikret Çengel’den aldığım telefonla acı haberi aldık. Cuma öncesindeydi. Nusret Özcan’la ortak dostlarımız acı haberi bildirmek üzere bir bir arıyorlardı. Bunlardan birisi de son çalışmalarını kitaplaştırmaya çalışan vefakâr ve cefakâr dostumuz Cem Sökmen’di. Ben de bana ulaşan bu acı haberi yine dostlarımızla paylaşıyordum. Nusret hakkındaki konuşmalarımıza kulak misafiri olduğundan dolayı, hanım onun ahvalini yakından biliyordu. Önce acı haberi ona verdim. Adeta yıkılmıştı. O hep öyleydi. Abdurrahman Şen’in, inşaallah cennet vildanlarından olan kızının kaybını duyunca da çok kederlenmişti. Ardından Cağaloğlu’nda uğradığım Tarih ve Düşünce dergisi yayın yönetmeni Fatih Bey’le bu acı haberi paylaştık. O da Nusret severlerdendi. Akşam’da Mümin Vatansever Ağabeye acı haberi telefonla bildirdik. Böylece Nusretimiz bizi hastalığından sonra ölümüyle de buluşturmuştu.
***
O hasbî ve Cem Sökmen’in de çok sevdiği tabirle, abiler kuşağının son temsilcilerindendi. Kesinlikle koruma altına alınması gereken nesli tükenmekte olan son kuşağın temsilcisiydi. O eskimeyen dostlukların adresiydi. Birçokları Nusret Özcan ve Mevlüt Özcan’la akraba olup olmadığımızı sorar. Benim cevabım mutaddır: Onlarla manevî akrabayız. Ağır hastalığının hafiflediği günlerdeydi. İHH’dan Murat Yılmaz ile birlikte Bangladeş’e gitmiştik. Tatile denk gelen bir günde Dakka Kitap Çarşısını gezerken tam da silüeti ile Nusret Özcan’a benzeyen birisini gördük. Hemen deklanşöre bastım ve kare kare fotoğraflarını çektim. Ardından yanına gittim ve bir de birlikte fotoğraf çektirdik. Sonra tefrika sırasında ‘Dakka’nın Nusret’i’ başlığı altında Dakkalı Nusret’e temas ettim. Bu yönüyle de Nusret türünün son antikasıydı. Tam da vefat ettiği günlerde Bangladeş’li mihmandarımız Ahmet Samir’in geldiğini duydum, o da sanki telapati ile olacakları önceden haber almıştı. Bunu, tevafuk addederim. Hastalıklı günlerinde onun yaşamasını çok arzu ediyor ve bir rüyasını da gelecekteki müjdeli günlere birlikte erişebileceğimizin işareti ve beşareti sayıyordum. Rüyasında Hıristiyanlığın istihale geçireceğini ve İslâm’a inkılâp edeceğini görmüştü. Çok ilginç bir rüyaydı bu. Bizim Müslüman İsevîler kitabınının muhtevası gibiydi. Ve bu rüyasını özel olarak kendisine iki defa yazdırmıştım. Bundan dolayı da Mesih’in ruhaniyetinin aramızda dolaştığı asude iklime, baharistana birlikte ulaşacağımızı umut ediyordum. Zaman vefasız çıktı. Rüyası tefeülüme neden olmuştu. Ama Allah onu bizden daha çok seviyor olmalı ki, nezdine aldı ve kendisine kavuşturdu. Muhammed Mütevelli Şaravi, Annamaria Schimmel gibi nadide insanlarla aynı atmosferi paylaşmayı ve onların dünyadaki varlıklarının devamını ne kadar da isterdim. Ama zamanın vefası olmuyor. Belki de ayrılıklar kalıcılığı ve bekayı anlamlandırıyor.
***
Rahmetli, Necip Fazıl’ı çok severdi. Birbirini hasbî sevenler bu dünyada olsun öteki dünyada olsun mutlaka birbirlerine kavuşurlar. Hasret birgün biter. Aynen öyle oldu. Nusretimiz bundan böyle ebede kadar, ‘Üstad’ Necip Fazıl’la birlikte aynı çınarların altını paylaşacak. Mümin Ağabeyle Nusret’i yadederken ben onun çektiği çile ve meşakkatten dolayı gayr-i ihtiyarî bir şekilde ‘İnşaallah manevî şehitlik mertebesine ulaşmıştır’ dedim. Daha doğrusu ağzımdan öyle çıktı. Bunun üzirine Mümin Abi: “İsmail Hoca’dan sonra bunu ikinci kez söyleyen sensin” diye mukabele etti. Demek ki, maşerî vicdan öyle hissediyor. Allah, müminlerin güzel gördüğünü güzel görür. Onları mahçup etmez. Peygamberler ümmetleri üzerine şahittirler. Müminler de insanlar üzerine şahittirler ve cenazede de bu son kez icra getirilir. Bu hatime şahadettir. Bizim şehadetiyle ilgili sözlerimiz, inşaallah sûnuhat kabilinden intak-ı hak olmuştur. İnşaallah berzâhın muvakkat perdesi ve berzâhtaki bekleme odası bizimle onun arasına giremez. İstanbul sohbetleriyle ilgili Radyo 15’teki konuşmalarını Cem Sökmen, ‘Bir hüzün yolcusu’ başlığı altında kitaplaştıracaktı. O bir hüzün yolculuğu kitabını göremedi, ama biz bir hüzün yolcusunu ebedî yurduna tevdî ettik.
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun...
24.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|